“Gız anam, aha şu yanımdan beri nası bi guluç kahdı biliyonnu, it boğmuş gibi heç bi yana gıpırdıyamıyom” diye bir serzeniş başladımı, etrafta ne kadar 30 yaş üstü hanım varsa hepside vücutlarının bir bölgesini işaret ederek aha benimde şu yanımı, aha benim de şuramı kahdı diye saatlerce guluç illetinden bahsederlerdi.
Tıp literatüründe “Guluç” diye bir hastalık yok. Boşuna aramayın. Bel, boyun ve sırt tutulmalarıyla ilgili ağrılı bir şikayetti guluç. Bu hastalığı basit tedbirlerle, hem de hiç ilaç kullanmadan ortadan kaldırmak mümkündü. Ama nerde o görev ve sorumluluk anlayışı.
O günlerde insanlar genellikle sıkı sıkı ve kat kat giyerlerdi. Aynı zamanda mevsimsel ısı farkları hiç dikkate alınmadan aynı kreasyonda ısrar edilirdi. Bu giyim tarzı Anadolu kültürüydü. Erkekler biyaz Amerikan kaput bezinden ya da çizgili pijamalardan oluşan iç don ve goynek üstüne fanila türü yünlü bir giysi daha giyerler, ceket, işlik, kazak, şapka yün çorap, kuşak, mintan derken ne varısa takınırlardı. Hanımlar kat kat yünlü pazen veya basma kumaşların altına dikolta, abuk sabuk melefe, kuşak, oynük, bürük, dallama kazak, kollu kazak vs. giyerler, daha ilk adımı atmadan terlerlerdi. Birde akşama kadar ağır işlerle geçen faal ırgat hayatı onların vücutlarını terden ve nemden bir türlü kurtarmazdı.
İşte o zaman da havanın etkisiyle bölüm bölüm soğumalar, ısınmalar vücudun hava almadan üşümesine veya aşırı ısınmasına neden olduğu için bölge bölge tutulmalar olurdu ki, tedbiri yine yaşı üstün gelen akil kocakarılar alır ve önerirdi. Sırt çiğneme, şişe vurma, bel çekme, koyun kıhahlarına gömme, ot suyu, sap suyu, kuş teleği vs. vs. akla gelmeyen çaresizlikler…
Çok sırt çiğnedim. Çok şişe çektirenlere rastladım. Buldukları taşa, kayaya, ağaca uzanamadığı bölgelerini sürterek kaşınan adama rastladım. Sağlık Bakanlığı o zaman da vardı ama görsel ya da yazılı medya şimdiki gibi çok olmadığından hatırlatıp uyaramıyor, çok basit bir tedbirle sağlık kurumlarının önleyebileceği bu kitlesel rahatsızlıkların önüne bir türlü geçilemiyordu..
Yalnızca guluçmu, romatizma da buna parelel gelişen bir hastalıktı. Topal Nuru, feşli Hatın, urlu Osman, uyuz satılmış vs. gibi devam eden lakapların çoğu bu tutulmalardan veya isilemelerden kalan miraslar yüzünden sağlıklarını ve sosyalitelerini kaybetmiş isimlerdi.. 
Çoluk çocuğun rızklarını oluşturan çok inek, dana, tosun, davar, tarla, buğday satılarak amaçsız ve sonuçsuz tedavilere paralar harcandı.
Çok kişi kaldırdığı harmanını hastane köşelerinde, han diplerinde harcayarak şifa aradı. Ama feşli dedikleri feşli kaldı, urlu dedikleri urlu, topal dedikleri topal kalarak hiçbir sonuç elde edemediler.
Şimdilerde domuz gribi diye bir yaygara var. Söylenenlere göre diğer griplerden daha hafif seyreden bir yapısı varmış.
Eminimki tedbiri iyi niyette ve sorumlu hareket edilse çok basit. Sağlık alanında araştırma yapan bilim adamları, farmakologlar, pataloglar vs. acaba ilaç şirketlerinin reklam kampanyalarında mı oynuyorlar, yoksa guluçtan bile bi haber olan o zamanki Sağlık Bakanlığımızın gafletindelermi... Biz yine abuk sabuk giyinmeye, soğuk sıcak gezinmeye ve gelene gidene yakınmaya devam ediyoruz. Çünkü biz devletimizin kurumlarına güvenen sadakatli bir halkız. Kurbanlık koyun gibi bekliyoruz.