Kartal yuvası yücelerde yurdu,
Göçtü körüğünü engine kurdu,
Davud gibi demircilerin piri,
Şükrü Çavuş uçtu Firdevse kondu.

BİZİM sanat ve kültürümüzün, hatta inanç dünyamızın ortak paydası ayrılıktır. Ölüm hükm-i kaza, ona itirazımız yok. Fakat ayrılık bizi en çok yaralayan inciten bir korkudur. Hemen hemen bütün türkülerimiz, şarkılarımız mutlaka ayrılıktan şikâyetçidir. Mesela ünlü bestekarımız ve din adamımız Saadettin Kaynak bestelerinde ayrılığı bir başka türlü dile getirir. Üstad “Ben bestelerim, halkım son şeklini verir” dermiş. Yani eserlerinin halkın duygularıyla mayalanmasını beklermiş. Bu mayanın içerisinde ayrılığın çok geniş bir yeri vardır. Öte yandan ölümü ve ayrılığa dini açıdan da bakarak daha zenginleştirebiliriz.
Büyük Türkistan’dan başlayan Avrupa içlerine, Viyana’ya kadar uzanan maceramız, ayrılıkla mayalanır bitmez bir özleyişle ölümden beter bir boyut kazanır. Yahya Kemal’in “bizim musikimizden anlamayanlar bizden hiçbir şey anlamaz”, demesi biraz da ayrılıktan şikayet olsa gerek. Duyduğumuz zaman hemen dilimize dolaşan Dönülmez Akşamın Ufkundayız adlı segah şarkı birazda ayrılıktan şikayet değil midir? 
Sanat ve kültürümüz, inanç sistemimiz, soyut ağırlıklıdır. Bu yapısıyla Beyaz Adam‘ın mantığa dayanan dünyasından varlık kavrayışından çok farklıdır. Şeyh Galip: 
“Bala rev olan mana-ı mücerrettir,
Tasvir-i Mesiha’nın büthanede kalmıştır.” Dizleri bu iddiamızı desteklemiyor mu? 
Giriş aşaması için bu düşüncelerimiz, şikâyetlerimiz, Mevlana’nın Mesnevi’sinin ilk beyitinde ifade edilen ayrılıktan şikâyeti de katarsak, konumuzun dışına çıkacak.  Ne söylemek istediğimizi ülkemizin nüktedanları anlamıştır. Ünlü şairimiz Nedim’in gazeli maksadımızı daha da destekler.
“Malumdur bizim sühhanımız 
mahlas istemez,
Fark eder onu şehrimizin nüktedanları.”
Bu fani alemden ayrılıp Hakk’a yürüyen insanlar için kaleme alınan yazılara nekroloji denir. Ne yazık ki bu konuda, bir benzeri olmayan kötü bir şöhretimiz var. Yazmıyoruz. “Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.” vb. dualar ile yetiniyoruz. Ne kaybettiğimizi bilmiyoruz, düşünmüyoruz, onun hakkında birkaç kelime yazmayı da çok görüyoruz. Bu nekrolojiyi birkaç yıl önce Hakka’a yürüyen, aile dostumuz, akrabamız, güzel insan Şükrü Demir için kaleme alındık. Merhumun birçok lakabı, mahlası vardı. Öyle renkli bir kişiliği anlatmaya yalnız asıl ismi kafi gelmezdi başka isimlerle de anılırdı. 
Aynalı’nın Şükrü
Aynalı’nın Oğlu
Şükrü Usta
Demirci Şükrü
Nalbant Şükrü
Şükrü Çavuş
Gofalak
Biz bunlardan Gofalak sıfatını kullandık. Gofalak halk kültürümüzde kendini beğenmiş, övüngen insanlara denir ve eleştiriyi de çağrıştırır. Ama bu sıfat sanki Şükrü Çavuş için özellikle icat edilmişti. Çünkü, Şükrü Çavuş gerçekten övünmeyi hak edecek kadar zengin ve renkli kişiliğe sahipti. Kendisinin sahip olmadığı bir özellik ve güzellikten ötürü övünmüyordu, övünmeyi hak ediyordu. Biz de bu sıfatı bilerek ve isteyerek kullandık. Neden mi? Çünkü Şükrü Çavuş on parmağında, on marifet bulunan bir hazerfen bir polimattı. Asıl mesleği olan demircilikten başlayıp, şairliğe kadar uzanan geniş bir alanda yetenek, maharet sahibi idi. Yalnız demire değil, sözü, sazı, davranışlarıyla insanlara da şekil vermeye gayret ederdi. Dedik ya o bir hazerfendi. Pek çok konuda zanaatkar, şiir yazacak kadar da sanatkardı. Şehre göç etmeden önce elinden bir iş gelmeyen dedikoducu, tembel, kadir kıymet bilmeyen insanlara “açıklıktan değirmen tutmuş, kibirinden hak almıyor” der eleştirirdi. Değirmen işletenlere Kanak’ın suyu, Kamberli’nin taşı tekerlemesini söylerdi. 
Vefatını çok geç duydum: 
“Asaf’ın miktarını bilmez 
Süleyman olmayan,
Bilmez insan kadrini alemde 
insan olmayan”.
Süleyman olamadık ancak ihmalimin vebalini suçunu kabul edecek kadar bu dünyayı anlamaya çalıştık. İmam Şafi’nin şu sözü beni bu vebalden kurtarmaya kafi ve vafi olabilir:
“İyi insan olamadık, fakat iyi insanları tanıyoruz.” Mazeret terazisinin tartamayacağı ağırlık sıklet yok. Suç, ihmal benim. Günahlarımız inatçıdır, pişmanlıklarımız namert. Unutanlar, unutulurlar. Şükrü Çavuş gibi insanlar nadir gelir dünyaya. Bu değerler unutulmamalı. Onlar hakkında birkaç kelime de olsa yazılmalı. Çünkü söz esen yeldir ancak yazı ile tutulur.
Sözlerimin değil, bu denemenin sonu geldi, gelmeliydi. Onun renkli kişiliğinden, hatıralarından bir tane seçerek nakledelim ve bitirelim. Kızı Aişe’ye “Kızım Aişe, iki oynada eğlenelim'' demiş ve siniyi eline alarak tempo tutmuş. Aişe oynamaya başlamış. Aişe’si parmaklarını şıkırdatarak ellerini çırparak ortalıkta dönerken; 
Çit yorganın yüzüyüm
İzin ver de gezeyim
Kaplancı’ya varırsan
Gavur Urum’un kızıyım
deyi vermiş ve kaçmış. Şükrü Çavuş arkasından “Aişe kızım Gavur’da olsam, Urum’da olsam, kızım seni gönlünün istemediği yere vermem, gönlünü ferah tut.” İste Gofalak, Şükrü Çavuş, bir gönül adamı anlayışlı, demokrat bir baba, hepsinden önemlisi adam gibi adamdı. Aişe evlendi mi?, Gönlünün istediği yere gelin gitti mi?, Büyük oğlu Ahmet Şen Olasın Ürgüp türküsünde dillendiği gibi babasının yerini tutuyor mu? Bilmiyorum.
O güzel insanın ruhu şad ve şadıman olsun. Işıklar içinde uyusun, mekanı cennet olsun.