90'ların sonunda Türkiye kabuk değiştirmeye başlamıştı. Gelişen teknolojiye paralel olarak artık herkesin cebinde bir telefon vardı. İletişimde çağı yakalayan taşra kendi dönüşümünü yakalarken büyükşehir varoşları lüks araçlarla dolmaya başlamıştı.
Emlak piyasasının canlanması yeni zenginler türetirken hükümet politikaları gereği bankalar her isteyene kredi vermeye zaten dünden hazırdı. Bir zamanlar köylerinden koparılıp fabrikalara doldurulan köylüler bu sefer de hizmet sektöründe vazifeye çağırılıyor ve köyler hızla boşalıyordu. Sezonluk tarla çalışmasından ve hayvan kokusundan bıkmış köy gençliği bu fırsatı elbette kaçırmayacaktı. Şehirde içinde her imkanı olan bir eve yerleşecek ve rahat yaşayacaklardı. Asgari ücret mukabilinde çalışıp bir de araba alabileceklerdi. Tarlayı tapanı satıp geldikleri şehir ortamında elbette evlenecek çoluk çocuğa karışıp mutlu mesut yaşayacaklardı. Bunların zemini ikibinlerde sağ muktedirler tarafından hazırlanmış ve Türk solu kırsal kesimi de elinden kaçırmıştı. Karaoğlan "Köykent" diye diye ahir ömrünü tamamlayıp bu dünyadan göçmüş ve unutulup gitmişti.
Zamanın modası artık "Reis" olmuştu. Kitleler onun ve onun getirdiği refahın müptelası olmuş, bu refahın azalmaması için de her seçim yarışında onun yanında saf tutmuşlardı. Her ne kadar "Reis" İdeoloji, fikriyat ve edebiyata sımsıkı sahip çıksa da, kitle bu değerleri bir köşeye terketmiş, menfaat dönüşen yeni toplumun bir numaralı "dini" haline gelmişti. Marka bağımlılığı sari bir hastalık gibi coğrafyanın yekününe hakim olmuş, defolu dahi olsa bir markayı göğsünde taşımak topluma haz vermeye başlamıştı.
Muhafazakarların iktidarı döneminde yaşanan bu derece liberal dönüşümler muhafaza kelimesininin ideolojik yönünü değiştirmiş ve sol tarafa yerleştirmişti. Belli bir yaşın üzerinde olanlar "Eski" ve "Yeni" Türkiye kavramları ile kıyaslama mücadelesine girişirken, Z kuşağı geçmişten bihaber, geçmişe düşman kesilmişti. Gerek tartışma programları gerekse dizi/filmlerle geçmiş didik didik edilmiş ve bütün kafalar karmakarışık olmuştu. Biti kanlanan yeni liberaller kendilerini bu mertebeye taşıyan dini ögelerin güncellenmesi gerektiğine bile hükmetmişlerdi. Ceplerde taşınan iletişim cihazları o derece gelişmişti ki hayalleri süsleyen cinsi latifler artık uçkurun bir tık uzağındaydı. Eski Türkiyede kök salmış materyalizm yenisinde daha da derinlere iniyor ve ahırda inek sağan köylü kadına/erkeğe kadar uzanıyordu.
Maneviyatı tekeline almış bir çok imam televizyon ekranlarında yargı dağıtıyor karşılığında lüks oteller inşa ediyordu. İki damla gözyaşının karşılığı koca bir ordu kurmak olan kimi imamlar ise uzaklardan salya saçıyor, o salyayı çorbalarına tuz eden koskoca bir halk da bunu maneviyat zannedip iki tas fazla içiyordu. Artık herkes ekrana çıkabiliyor, canlı yayın yapabiliyor, yediği yemeği değil de resmini bütün dünya ile paylaşabiliyordu. Bir zamanlar cinayet sebebi olabilecek bir çok vaka artık günlük hayatın olağan parçası haline gelmiş ve "yarin yanağı" bile paylaşabiliyordu.
Bir kültür birikimine sahip olamadan orta hatta üst sınıf yaşantıya sahip olmuş kitleler ahlaksızlığın her türlüsüne bulaşıyor fakat sandık başına geçtiğinde "dini bütün" adaylara oy veriyordu. Çünkü bu imkanı onlar sağlamıştı ve giderlerse herşey eskiye dönecek ve refah seviyeleri kaybolacaktı. Oysa onların korkusu hizmet alacakları hastaneler, yollar, köprüler değildi. Halkın yegane korkusu tekrar sıradan insanlara dönüşmekti. Son yirmi yılın gelişmeleri sayesinde kendilerini bir toplumsal üst sınıfta bulan işe yaramaz güruh yakaladığı bu sosyal seviyeyi kaybetmek istemiyordu. Bir partili olmanın "doktora" seviyesinde itibar gördüğü toplumu kim kaybetmek isterdi ki.
İktidarı yönetenler elbette bunun buraya gelebileceğini hesap edememişlerdi. Muhafazakarların içindeki ezilmişlik duygusunun önce yerini intikam almak sonra da ganimet  paylaşmaya evrilmesini kimse tahmin edememişti. Üçüncü sayfadan baş sayfaya gelmenin verdiği haz ile geldikleri yeri unutmuşlar ve geriye dönmek istemiyorlardı artık. Bütün bunlar yaşanırken Eskinin muktediri olan Türk solu irticaya sıkı sıkı sarılıp 1920'lere umut bağlamıştı. Mezardan çıkıp gelmesi dilenen Atatürk ve silah arkadaşlarına umut, çaput bağlamaktan öteye siyaset yapmayanların vebali elbette daha ağır olmalıydı. Milletin yaşadığı bu olumsuz dönüşümün  müsebbibi bugün iktidar görülse bile muhalefet de en az iktidar kadar suçludur. Yeniye dair hiçbirşey üretemeyen ve laf kalabalığından öteye siyaset geliştirmeyen herkesin bu vebale ortak olduğunu göremeyen göz kördür.
(Devamı haftaya)