Anadolu insanı bir zamanlar eğitimin erdeminden habersiz, sosyal güvenceden yoksun, zor şartlarda yaşamını sürdürürken, aynı yokluk ve sefalet içerisinde yaşayan komşusunun emeğine, mülkiyetine saygılı, dayanışma ve yardımlaşma felsefesiyle ortak sorumluluklar üstlenirlerdi.
Köy büyükleri herkesin hayrına karar verir, bireysel davranışlar, huy uyumu, sosyal statü, güzellik ve zerafet onlar atarfından yakıştırılır ve ailelerin rızasına başvurulurdu.
Genellikle 15 yaşını doldurmuş delikanlılar emsalleri kızlarla evlendirilir, rızkı veren Allah’tır diyerek köy şartlarında yalnız bırakılırlardı. Babadan kalma üç beş çeriklik tarla, bir inek ve birkaç koyunuda varsa o zaman demeyin keyiflerine gül gibi geçinirler, iyi durumları var derlerdi..
Boşanma toplumda utanılacak, her iki aileyide yüzü yer edecek bir davranıştı. Hiç böyle bir olay vuku bulmazdı. Kaderimdir, kader arkadaşımdır, başımın tacı veya belasıdır denilerek ömür boyu bir yastıkta kocama yeminine sadık kalınır, hayırlı evlatlar yetiştirmek için geleneklere sadık kalınırdı.
Analar, babalar oğullarını evlendirdikten sonra Haydi yolun açık olsun” diyerek ayırırlar, en fazla olsa kuru-diri dedikleri bulgur, un, süt-yoğurt takviyesinde bulunabilirlerdi. Zaten kendi imkanları da o kadardı.
Deniz sahillerinde tatil, kolej ve dersane parası, araba için benzin ve her toplantı için ayrı kostüm ihtiyacı gibi bir dert yoktu. Varsada bilinmezdi. Yaşamak ve yaşatmak için gereken yiyecekler, ayıbı örtecek kadar giysi, kışı çıkaracak kadar zahire oldu mu, o da çevresinin itibarlı zengini kabul edilirdi.
Genç kızlarda öyle.. Kocaya varınca hayatı kurtulmuş sayılır, “El içinde telli duvaklı gelin ettik, Allah yerine yakıştırsın” denilince babanın, ananın üzerinden yük kalkmış, yeni ailesinin üzerine binmiş olurdu.
Bundan sonra yaşanacak toplumsal aksaklıklar, fakirlik ve sefaletten karşı taraf sorumlu kılınırdı. Toplumun bakış açısı da sertti. “Bir it bir deriyi sürükler” dedilermi damat için çok ayıplayıcı bir yakıştırma olurdu. Yani bakamayacaksın da neden avrat, uşah sâabı oldun gibi bir soruydu. Bu hale düşmemek için herkes sorumluluğunu bilir, gecesini gündüzüne katarak işlerini görürüdü.
Baba ocağında çocukluğun ve serbestliğin de vermiş olduğu şimarıklıklarla büyümüş kızlar en ufacık bir sıkıntıda “Evlensekte Kurtulsak” gibi serzenişlerde bulunurlardı. Umumiyetle kör satıcının kör alıcısı olduğu gibi hiçbir kız evde kalmaz, hepsi toplumun da yakıştırma ve yönlendirmeleriyle yurt yuva kurarlardı.
Yaşları çok küçük olan ve beceriksizlik, sakarlık yapan veya yumuş tutmayan kızlara anaları; “Senin emsallarin gişiye varıyo, sen daha aş bişirmeyi bile bilmiyon” diyerek saçlarını çeker, kafalarına yumruk atarlardı. Diğer taraftan da gerçekten küçük yaşta evlendirilmiş kızlara da “O ne biliyomuş bu yaşta gişiyi” diyerek akıllı ve uyanık dercesine kıskançlık yaparlardı.
Gişi lafı aslında biraz erotik anlamda kullanılırdı. Özellikle manilerimizde geçen gişi dizeleri örneğin, 
Dam başında pıtırah,
Gelin gızlar oturah
Ne oturak, ne durah,
Gişiye varah gurtulah
Ergenlik çağına gelmiş kızların 15 bulanığı dedikleri asilik dönemlerini aksettirdiği için ayıplanan, hor görülen ve ceza gerektiren hallerini ifade ederdi.
Gişiye gaçma tamamen isyandı. “Gişi derdinden gudurgu, harinsedi bu zilli” derler, bu lafların açtığı yaralar nedeniyle de en az 15 sene ailesinin yanına yaklaşamazladı. Arada köy büyükleri falan devrede olursa bir-iki aylık diplomasi ile ancak yakınlarıyla barıştırabilirlerdi. 
Eksisiyle, artısıyla tüm geleneklerimiz, Türk aile yapısını yaşatmak ve korumak yönündeydi. Hangi yaşta evlenirlerse evlensinler, hangi sosyal sıkıntıyı yaşarlarsa yaşasınlar, sevsinler-sevmesinler bir yastıkta kocarlar ve aynı soyadla ölürlerdi.
Çocuklar sürekli annem ve babam dedikleri sahiplerini aynı evde görme huzuru ile büyüdüklerinden topluma, devlete, vazifesine, ailesine karşı sadakat ve sorumluluk içinde olur, babalarına analarına güzel sözler ve itibarlı dualar aksettirirdi.
Eski Gişiler de kişilik sahibiydi. Avratlarına ölene kadar sahip çıkar, evinden başka kümese bakmayı onursuzluk sayarlardı. Güven ve sadakat içinde geçen zengin veya fakir yuvanın eksileri çabuk unutulur, artılarını oluşturan hatıralar sürekli canlı tutulurdu.