ATATÜRK'ün ülkeyi, Cumhuriyeti ve geleceği emanet ettigi gençliğin, ekonomiden siyasete, eğitim ve kültürden toplumsal yaşamın her alanında söz sahibi olmak istemesi, bunu dönem dönem demokratik, barışcıl eylemlerle ifade edebilmesi demokrasinin olmazsa olmazıdır. 

Ancak siyasal iktidarların 1960'lardan bugüne en çok rahatsız olduğu, susturmaya çalıştığı gençleri, "Oturun evinizde, okulunuza gidin, ne veriliyorsa onunla yetinin." türü dayatma ve baskılama ile yönetmek ve  yönlendirmek istediğini gördük.

Atatürk'ün "Gelecek sizsiniz." diyerek Cumhuriyet'i emanet ettiği gençler; günümüzde daha donanımlı, daha eğitimli, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık olduklarını, ülke yönetiminde sadece seçmen değil, yönetici olmak istediklerini de hissettiriyorlar. Bu aşamada gençler; özellikle siyasal iktidarların hem olumsuz anlamda hedefi, hem de kazanmak istediği toplum dinamiği olarak karşımıza çıkıyor. 

Özellikle 2003’ten sonra doğan ve Z kuşağı olarak tanımlanan bu kuşak; biraz da biz anne - babaların proje bazlı yetiştirmeye çalıştığımız çocuklar. Daha kreş yaşında kreş ararken, kreşin yabancı dil eğitimi verip vermediğine bakıp henüz anadilini bile konuşamayan üç yaşındaki çocuğu, başka bir dili de öğrenmesi beklentisiyle bilgisayar kullanmaya itiyoruz. Bu da büyümüş de küçülmüş bir çocuk profiliyle karşı karşıya getiriyor hepimizi.

Bu nedenle siyasal iktidarın bu kaotik dönemde hâlâ eski yönetim modellerinden bahsetmesi, bu kuşağın önüne statükoyu belirleyip koyması ve kendi hedefleri ekseninde döndürmeye çalışmasını doğru bulamayız. Z kuşağı gençlerin anne-babaları, evdeki yönetim ve yaşayış şeklini gençlerin tercihlerine göre çizmiștir.  Z kuşağı gençlerin ‘yönetmek’ kelimesini duymaya bile tahammülü olmadığı aile ve toplum tarafından anlașılmıșken, siyasal iktidarın ya da muhalefet partilerinin dayatmacı yaklaşımlarının gençliği kazanmak değil, kaybetmek olduğunu bilmesi gerekiyor artık. Üniversitelerde yönetimde söz sahibi olmak, üniversite yönetimlerinde temsil edilmek, liyakatsiz yöneticilerin siyasi tercih olarak okullarının başına atanmasına karşı durmak; bu bilimsel ve teknoloji donanımlı genç kuşağın en doğal hakkı değil mi? 

Nüfusumuzun yüzde 95’i okuma-yazma biliyor.” diye övünen yöneticilerin, okuma-yazma bilmenin adını soyadını yazma, gösterilen yere imza atmaktan ibaret olmadığını hatırlamaları gerekiyor.

Okuyup yazmayan, okuyup üretmeyen, çağdaş uluslararası bilgiye, gelişime kapalı bir okur-yazar kitlesi ile okuyup yazan, fikir üreten, tartışan, gelişime açık bir gençliği karşı karşıya getirmek; ülkeyi adım adım yeni çıkmazlara sürüklemektir. 

Önümüzde tarihi henüz belli olmasa da ayak sesleri duyulan genel ve yerel seçimde ülkemizin kaderini belirleyecek işte bu Y ve Z kuşağı olacaktır. İktidarı, muhalefeti, tüm siyasal partiler gözünü kulağını bu kuşağın üzerinden ayırmamalı. Ama oy makinesi olarak değil, onlara inanıp güvenerek, yönetimde temsil edilmesinin önünü açarak, onları dinleyip anlayarak.