Bir bağırtı kopar önce sonra büyük bir gürültü… “Deprem…”
    Siz aşk yıkımlarını bilir misiniz? Peki, kahrından açmayan yediveren güllerini?
    Sahibi olduğunuzu zannettiğiniz en güzel yıllarınızın bir kalp hırsızı tarafından çalındığını öğrendiğinizde ne hissettiniz? Ya aldatıldığınızda? Yaşayabildiniz mi sonradan? Yaşıyorsanız şayet hangi yörüngedesiniz? Nefes alıyor musunuz sahiden? Gülebiliyor musunuz cidden? Ağlamadan geçen geceleriniz ve kalp sıkışmalarınızın olmadığı günleriniz var mı? Geçmişe “ah!” etmediğiniz, kandırıldığınız anlara çığlıklar biriktirmediğiniz, “tüh!” demediğiniz, vahlarla çoğalmış bir işkencenin içinden sıyrıldığınız bir anınız var mı sahiden?
"Zor dostum zor, sevilmeden sevmek, onu bir başkasının yanında görmek..."     
    Ayrılık zaman tanımaz, acımak bilmez; gümbür gümbür çalar yuvanızın kapısını, pembe panjurlarınızı siyaha boyar, yıkılmaz sandığınız büyük ailenizin gök kubbeye uzanan çatısını yerle bir eder. Bazen “ölümle bitseydi bu kadar koymazdı” dersiniz, aldatılmakla tescillenen depremleri...
    "Aldatılmak!" Belki de yeni bir başlangıcın mutlu sona giden ilk adımlarının yüklemi olabilirdi, içinde yıkılası milyonlarca gözyaşı barındırmasaydı eğer...
    Seviyorken ve bir o kadar bağlıyken hayat kordonuna, "küüüt!" diye karşınıza çıkan bu kargaşa yumağı sizi ne yapacağınızı bilmez bir hale getirebilir. Ve siz bir anda sonun başına gelebilirsiniz. En çok kendinize acırsınız, bomboş geçen yıllarınıza, doğrusu dolu zannettiğiniz ama o çirkin gerçekle tanıştığınızda, kullanıldığınızı anladığınızda, boş, içi, dışı boş onca yitirilmiş, yalanlarla, pişkinliklerle geçiştirilmiş gençliğinize yanarsınız.
    Aynalarla yüzleşirsiniz, sizin her dem güzel olduğunuzu söyleyen aynalarla... Güzelliğinizin on para etmediğini, bu iğrenç takasın, yerinize başkasının konulmasında anlar sonra parçalanan aynalarda bir bir toplarsınız geçmişin yerine konulamayan "güven" adlı öznesini...
    Şimdi hem kendinize ters, hem hayata aykırı ve korkak ve bir o kadar da arsız, pervasız bir cesareti körüklersiniz, sizden, her şeyden kaçan yüreğinize...
    Kaybeden ne yapmaz ki? Önce bin bir parçaya ayrılırsınız sonra "bitti bu iş" teraneleriyle (seviyorsanız) kendinizi kandırırsınız. Her adımda isyan bayrağı, her sokak başında ve her dost çayında "olmaz artık her şey sona erdi" terennümlerini binlerce tümce içinde kullanır, yüreğinize ve ruhunuza aykırı olduğunuzu bildiğiniz halde kandırır durursunuz kendinizi.
    İnsan seviyorsa eğer, emin olun iki acıyla birlikte yaşayamaz. Biri aldatılmak öteki sevdiğinizi kaybetmek. Razı gelmek zaman alsa da, içinizi milyon kere yaksa da siz hem aldatılma acısını, hem sevdiğinizi kaybetme sancısını bir arada kaldıramazsınız. En çok susarsınız. Mümkünse devam etmelere kurarsınız içine kurt düşmüş beraberliğinizi. Ve genelde de adına "aile" derler. Ailem için... Yuvam için... Çocuklarım için...
    Sürer gider aldatılmalar. İçinizi kemiren bu dert ölene kadar yüreğinizin peşini bırakmaz. Çünkü "güven" yıllar önce yüreğinizden tasını tarağını toplayıp gitmiştir bir kere...
    Aldanmak, aldatılmak,
    Yüreğinden kovulmak,
    Lakin her şeye susmak, asla konuşmamak,
    Depremlere çare bulamamak,
    Kendinden kaçmak,
    Aldatıldığını bildiğin halde,
    Onunla yaşamak,
    Tükürülesi bir ömrün içinde
    Boğuşup durmak,
    Istırabın sonsuz dünyasına tabi olmak,
    Susmak,
    Limansız denizlerin dibini boylamak,
    Durmamak,
    Mevsimsiz bir iklimde
    Yediveren gülleri olmak,
    Asla goncalarını açamamak,
    Solmak nedir bilir misin?
    Kahrından her saniye ölmek,
    Aldatılmak nedir bilir misin?
    "Aldatılmak!" Belki de yeni mavilere açılmanın en büyük taraftarı olabilirdi, içinde yok olası milyonlarca hicran yarası barındırmasaydı eğer…