1453'den günümüze 2020… 
Mehmet Çelebi torunu, 2. Murat oğlu, Bayezid, Cem’in babası, Yavuz Sultan Selim’in dedesi Fatih Sultan Mehmet geçen hafta! erkanıyla birlikte İstanbul’a gelmiştir… 
Yanında hocalarından Akşemseddin, Sadrazamı Çandarlı Kara Halil, eniştesi Zagnos Paşa ilk göze çarpanlardı. Atını sürdüğü her yerde Fatih Sultan Mehmet gözünü ovuşturuyordu, Haliç’e geldiklerinde Fatih Lala bizim gemilerimizi indirdiğimiz yer burası değil midir,  yoksa karıştırıyor muyum? Haliç de adalar yoktu bu adalar nerden peydah olmuş? Etrafındaki bu işyerleri nedir böyle? Bunların atık suları Haliç’e mi karışıyor?’’  Lala hiç sesini çıkartmadı o da gözlerini ovuşturuyordu… 
Fatih ve erkanı Levent tarafına at sürdüler, çayırlık bir yer aradılar bulamadılar… 
Fatih, “Lala bu göğe yükselen binalardan Ay’ı, yıldızları mı inceliyorlar?’’ 
Lala, “Hayır Sultanım bunlar rezidansmış!’
Fatih, “Bunların isimleri ne öyle kefereri midirler?’’ 
Lala, “Sultanım sahipleri Türk’’
Fatih, “Neden Türkçe isimler koymazlar’’, Karamanoğlu Mehmet ızdırap içerisinde kalmıştır.
Fatih, “Çandarlı şu boğaza doğru gidelim.’’ 
Atlar boğaza doğru yol alırken, Tarabya sırtlarında soluklandılar… 
Fatih, “Zagnos biz başka bir su yoluna geldik galiba, bak evlerden su yolu görülmüyor?’’
Zagnos, “Sultanım onlar yalı, apartman, otel’’
Fatih, “Zagnos yanılıyorsun, bu boğaz çok genişti, şimdi daralmış…’’ 
Fatih, “Kim daraltmış?’’
Zagnos cevap veremedi… 
Fatih, ''Çandarlı’ya ecdadımım yaptığı camileri göremiyorum nedir bu hal?’’
Çandarlı, “Sultanım öyle yüksek binalar dikmişler ki, camiler, kiliseler görünmez olmuştur, üstadlar ölçüyü kaçırmışlardır.’’ 
Fatih, “Mimar Sinan’ı çağırın bakayım!’’
Çandarlı, “Mimar Sinan torununuzun oğlu Kanuni zamanındaydı…’’
Fatih, “Doğru doğru zamanı karıştırdım! Peki Çandarlı gayrimüslim tebaam nasıldır, sal atlıları hal hatır sorsunlar, ayrım gayrım var mıdır iyice öğrensinler, bu binalar çok estetikten  yoksunlar, kendimize has mimarimiz yok mudur ki, bu binaların hiçbir yüzünde resim  yok, Bellini’ye haber salına, bak Çandarlı bu halk resimden, heykelden neden ürker olmuşlar, meydanlara bilim adamlarımızın, kahramanlarımızın heykellerini dikmezler, çabuk bir ferman hazırlayın…’’ 
Çandarlı da  gözünü ovuşturdu… 
Fatih etrafını iyicene  süzdükten sonra yine gözlerini ovuşturmaya başlar… 
Üzgün ve şaşkındır, hocası Akşemseddin’e döner.  “Bu şehirde bir yeşillik kalmamış, binalar dikilmiş, bu halk ne eker, nereye eker de karnını doyurur? ‘’
Akşemseddin, “Sultanım besbelli tarım ölmüş, kefereden alıyorlarmış…’’ 
Fatih kulaklarını kapatır, duymak istemediği bellidir… 
Gözlerini tekrar ovuşturmaya başlar, Akşemseddin, “Hayırdır Sultanım gözünüz mü hastadır’’
Fatih, “Gözümde arıza yoktur, gözüm gördüklerine inanmadığından seğirip durmaktadır, onun için ovuşturmaktayım… Haydi toparlan gidiyoruz, dünyada bir defa ölünür, ikinci defa ölmeyelim…’’
Fatih Sultan Mehmet ve erkanı, atlarını Romanos (Topkapı) kapısına doğru sürdüler. Fatih’in gözlerinden yaşlar akıyordu, belli belirsiz,  “Lala biz geldiğimiz ebedi mekanımıza tekrar dönelim, dayanamıyorum dayanamıyorum’’ diye sayıklıyordu…