BEN Eylül’ü şairlerden duyup şiirlerden öğrenmedim. Romanlardan okuyup içlenmedim. Ben bir Eylül yaşadım, buruk tadını hala dilimde hissederim.
  1980 yılını duymuşsunuzdur. Çoğunuza sadece bir rakam ifade eder. O yıl doğanlar da doğum günleri yönünden bilirler. 
Ben 1980 yılında yedi yaşında bir çocuktum. Yozgat’ın Mutafoğlu mahallesinde geçiyordu çocukluğum. Mahalle bakkalından misket alır sokaklarda arkadaşlarımla oynardım. Okumayı yeni öğrenmiştim henüz ilkokula gitmiyordum. Eylül ayında kayıtlar olacak ve ben ilkokula başlayacaktım. Koskoca yaz oyunla geçmiş gitmişti. Biz çocuklar için etrafımızdaki olayların pek bir hükmü yoktu. Ülkenin siyasi gidişatı ile ilgili tek bilgimiz duvarlardaki yazılardan ibaretti. Faşizm kahrolmalı ya da kanımız aksa da zafer İslam’ın olmalıydı. Duvarlar böyle feryat ediyordu. Komşunun evinden de Ferdi Tayfur bağırıyordu: Aramızda Engeller Var!
Sabahları ekmek almak için bakkala hep ben giderdim. Ablam kahvaltı için anneme yardım ederken ben bir koşu bakkalın yolunu tutardım. Bakkala ben giderdim çünkü ekmeğin üstünden kalan parayla bir Çokomel alabileyim. O sabah evden para alıp dışarı çıktığımda kimsecikler yoktu etrafta, devriye atan askerlerden başka. 
Ellerinde silahları bir dev heybetiyle sokakları arşınlıyorlardı. İçlerinden birisi bana seslendi:
-Hey çocuk, nereye gidiyorsun?
-Ekmek almaya gidiyorum.
-Ekmek yok! Boşuna gitme. 
-Neden yok?
-Devrim oldu, her yer kapalı.

Devrim ne demekti bilmiyordum. Belki o asker de bilmiyordu. İhtilal koydular sonra adını devrimin. Koşarak eve döndüm. Elimde ekmek göremeyen annem nedenini sordu. ''Devrim olmuş'' dedim. Babam devrim sözünü duyunca irkildi. Pencereden dışarıya baktı. Askerleri gördü. Evin içinde söylene söylene dolaştı biraz. Babamın siyasete ilgisi vardı ve ne olduğunu çok bilmesem de “ülkücü” idi. Babamın ülkücü olduğunu mahalleli bilirdi. Mahallede “komünist” denilen komşular da vardı. Komünistin ne olduğunu bilmesem de babamın sözlerinden hareketle kötü insanlar olduğunu düşünürdüm. 
Benim gözümde ülkücüler süper kahramanlardı ve komünistlerle savaşırlardı. Aralarındaki kavga Süperman ile Lex Luthor arasındaki kavga gibiydi. Devrim sözünü duyan babamın irkilmesi bu komünistlerin Kızıl Rusya ile ortak devrim yapması korkusuydu. Dışarıdaki askerleri görünce biraz rahatlamıştı.
Komşumuzun babası ölmüştü o gün. Sokağa çıkmak yasak olduğundan askerler eşliğinde defnetmişlerdi Çatak mezarlığına. 
Ve ev aramaları başlamıştı. Devrimci askerler bazı fikirlere yasak koymuşlar ve bu fikirleri kitap ya da dergi olarak evlerinde bulunduranlar ceza alıyordu. Radyo ve televizyonlardan konuşan paşalar, ihtilali milletin iyiliği için yaptıklarını beyan ederek bizleri ikna etmeye çalışıyorlardı. 
Bizlerin iyiliği içindi silahla dolaşan askerler ve bizlerin iyiliği içindi yakılan kitaplar. Bahçelere silah gömerken yakalananlar da bizlerin iyiliği için karakola çekiliyordu. Bizlerin iyiliği için komşular tutuklanıyor, kafaları üç numara traş ediliyordu. Bizlerin iyiliği için cezaevleri dolmuştu, bizlerin iyiliği için işkenceler yapılıyordu. Ve bizlere daha güzel bir dünya hazırlamak için idam sehpaları kuruluyordu. 
Siyasi görüşünden tutuklanan birisinin sorguda konuşması için eşine işkence yapılması da bize iyilik yapmak içindi. Etrafımızda konuşulan, yaşanan bu iyilikler o çocuk beynimizi bir ayda yıllarca büyütüyor, çocukluğumuz kaybolup gidiyordu. 
Gazeteler cezaevlerini yazamıyordu, televizyon göstermiyordu. Paşa demeçlerinde cop, paşa demeçlerinde kola şişesi geçiyordu. Bir ülke topyekün korkudan buz kesiyordu.
Ben eylülü filmlerden izlemedim, romanlardan okumadım. Okula kaydımı yapmadılar. Babamın bilinen siyasi görüşü engel oldu. Bir yıl sonra başka bir okula ancak gidebildim. Okul olsa ya da olmasa ben o eylülde büyüdüm, olgunlaştım. Bir daha çocuk olamadım.

 “Eğer acılarıma bir isim vermeye kalksaydım muhtemelen adını Eylül koyardım.”