Evin avlusunda otururken halam koşarak yanıma geldi: “Ahırdan koku geliyor, seni biraz ileriye alayım mı?”
 Ben: “Hayır, burası çok iyi, burada kalmak istiyorum,” Halam: “Allah Allah.” diyerek başını da sağa sola hafifçe sallayarak gitti.
 Kendine göre haklıydı, biz şehirden gelmişiz, ahır kokusundan rahatsız olacağımı düşünüyordu.
Benim aklımdan… geçenleri nerden bilsin.
Bir zamanlar bekçiden yediğim sopayı, gölün içinde camızlarla yarış yaptığımı  bir çok anılarımı düşündüğümü... Bütün bu anıları düşünerek benim ahır kokusundan mutlu olduğumu...
Acıyla tatlı, temiz havayla ahır kokusu, pekmezle turşu yemek gibi beni mutlu ediyordu.
Su ağaç, bağ, bahçe en güzel toprak hayat sende. Bereketli toprağınla komşu köylerin gözü sende
Hazineleri verseler satmam bir karış yerini bende
Benim Sılam, Güzel Yurdum, Şirindir Köyüm.
Hanım yanıma geldi:
 “Akşama kadar evin önünden bir yere gidemiyorsun.
Eğer sıkılıyorsan Ankara’ya evimize geri dönelim.” dedi. “Hayır hayır ben iyiyim.”dedim.
Aslında kafamda, hayalde olsa köyün içinde geziyordum.
Sabah erkenden kalkıp, bağa gitmek için hazırlandık. Eniştem eşeğe yükleri yükleyip çocuklarla birlikte bağa gitti.  
Beni de eşeğe bindirmek istedi, düşerim korkusuyla kabul etmedim. Herkes bağa gitti.
Bağ yolu bozuk olduğu için, hanımla ben geride kaldık.
Yolların bozukluğundan olacak ki tekerlekli sandalyenin büyük tekerleğinden birisi kırıldı.
Yolda, bağ ile köy arasında bir yerlerde kaldık. Sabah, saatleri de olsa sıcak yakıyor.
Gelip giden yok. Hanım bu yolların acemisi, beni bırakıp gidemiyor.
Arada bir elimdeki havluyu alıp, yanımızdan akan suyla ıslatıp kafama tutuyor.
Islak havlu beni biraz rahatlatıyor.
Geciktiğimizi anlayan eniştem, geri dönüp gelir.
Beni sırtına alarak bağa götürür.
Ah bağlarımız... Kurduyla, kuşuyla...
Yere, ağaçların gölgesine yattığında, her tarafını ısıran
böcekleriyle... Hangisini anlatayım, bilmem ki...
Oğlum, ağaçlardan dökülen erikleri toplamış, “Salih, baak erik.” diye getiriyor.
Daldaki eriklerden haberi yok. “
“Hanım, şu dalları bir sallar mısın?”dedim.
Hanım dalları sallamaya başladı, daldan dökülen erikler Oğlumun kafasına geliyor.
Daldaki erikleri gören oğlum, ceplerine, koynuna doldurduğu erikleri boşaltarak annesine, yukarıdaki dallardaki erikleri göstererek, onları istediğini söylüyor.
Annesi uzanarak eriklerden alıp veriyor.
Oğlumda  kabul etmiyor, kendisinin uzanıp almasında ısrar ediyordu.
Hanım, oğlumu kucağına alarak kaldırıp kendisinin almasını sağlıyordu.
Oğlumda o dalından kopararak aldığı ,  erikleri, ağzını şapırdatarak yiyor, tadını çıkarıyordu.
Keşke:
“Beni de kaldırın, ben de eriklerden koparıp yemek istiyorum.” demek istiyorum, ama olmuyor, diyemiyorum.
Her neyse, erikler dalında duradursun, halam, bağdan topladığı taze fasulyelerden, odun ateşiyle pişirdiği yemeğin kokusu burnumuza gelmeye başladı.
Halamın çocukları da yani yeğenlerim yeni olgunlaşmış mısırlardan koparıp getirmişler.
Yemek, taze mısır közlemesi, meyveler, en güzeli doğanın içinde olmak... Kendimi ziyafette gibi hissediyordum.
Artık, köye dönme zamanı gelmişti.
Her şey toparlanıp eşeğe yüklendi.
Daha sonra beni eşeğe bindirdiler.
Eniştem de arkama bindi, bu şekilde köye ulaştık.
Kardeşim   Askerden terhis olur, eve gelir.
İşe başlamadan köye gelip bizi Ankara’ ya götürmek ister.
Bir kaç günde onunla birlikte bağlara giderek köy
Seyahatini… tamamlıyoruz.
Yozgat’a kadar nasıl gideriz? Evdekiler kara kara düşünüyorlar.
Haklılar, çünkü köyün şehre giden bir arabası yok. Eniştem, yakın köydeki şehir yoluna çıkarak, şehre giden bir araba boş olursa (!) bizi almasını söyleyecek...
Bizdeki telaş hat safhaya ulaşmıştı...
Küçük bir araba da olsa sıkışır gideriz, derken, eniştem bizi çağırdı.
Büyük bir otobüse bindik.
Şoför bana dik dik… bakıp:
“Evlat gece hiç uyuyamadım, içimden bir ses bana - Karga köyü’ne git diyordu.
Sonunda kalkıp geldim, bu tedirginliğimin sebebini seni görünce anladım.
”Bu otobüsçü önceleri bizim köyle Yozgat arasında çalışırdı. Daha sonraları otobüsünü yenilemiş, Kayseri - Yozgat arası sefer yapıyormuş.
Bu gecenin sırrına gelince de, o da benim zor şansım olsa gerek.
Zorluklarla da olsa, yolculuğumuzu tamamlayıp
Ankara’ya geldik. Kardeşim  eski işi olan fotoğrafçılığa başladı.
Ben, canım sıkılmasın diyerek aldığımız yakma makinesiyle resimler yapıyorum.
Kendimi bu şekilde oyalıyorum.
Kendimi ne kadar da oyalasam rahat değilim.
Çünkü bana sıkılmadan uğraşacak bir şeyler değil, bana para lazım.
Ben evliyim, bir de çocuğum var.., Eve, bize para lazım... Nasıl bir çare bulmam gerekir?...
Annem, kardeşim sağ olsunlar ihtiyaçlarımızı karşılıyorlar ama, biz hanımla rahat değiliz.
Taşıma suyla değirmen dönmüyordu!...

 Selam ve dua’larımla.