Ankara Hastanesinden, Numune hastanesinin arka tarafındaki. Rehabilitasyon Hastanesine geçtim.
Hanım, gece gündüz devamlı olarak yanımda kalıyor. 6 yataklı hasta, 6 refakatçi olmak üzere 12 kişi bir odada kalıyoruz. Bir aile gibi birbirimizle bir çok şeyi paylaşıyoruz.
Hastanede günlerimiz güzel geçiyor.
Bir insan istediği zaman zindanı… bile istediği güzelliğe sokabilir. Bizler de öyle yaptık.
Doktoruyla, hemşiresiyle, hizmetlisiyle birlikte dost olup yaşamayı ve tedavimizi sürdürüyorduk.
Evet... İki büyük, iki küçük tekerleği olan sandalye...
Yatak yaralarım kapandıktan sonra o sandalyeye oturdum...
Ellerin, kolların sağlamsa işin biraz kolay, yok değilse biraz zorlanıyorsun...
Dünya zaten zorluklarla, engellerle dolu değil mi?
Bu zorluklara göğüs germek, sabırla mücadele etmek.
Evet, yaşamak istiyorsan sabırla o zorlukların üstesinden gelmek gerekiyor.
Bende yaşamak istiyordum. Başımı bekleyen ailem, bir de oğlum vardı.
En azından onları yalnız bırakmamak, o insanlar için. yaşamak istiyordum.
Allah’ın izniyle biz hastanelerde ömür doldururken oğlum da ikinci yaşından gün almıştı. Herkes bana:
 “Salih’diye seslendiği için o da “Salih” diye peşimde dolaşıp duruyordu.
“oğlum o senin baban.”diyorlar. O da “Salih’diye çağırmakta ısrar ediyordu.
Bir seneyi aşkın hastane serüveni bitmişti. Taburcu olabilmek için çeşitli evraklar hazırlanıyor.
Hemşire hanım bana yaklaşıp:
“Bak Salih beni iyi dinle, evine, yuvana dönüyorsun.
Sen bana anlattığın o eski Salih… değilsin.
O Salih öldü. o dünya bitti!.. Sen tekerlekli sandalyede yaşayan Salih’sin! Bunu kabul edip, buna göre kendini hazırlayıp yaşamını sürdüreceksin.
Benden sana bir tavsiye daha, sevdiklerini, her şeyini, hatta çok seviyorum dediğin şu karını ve oğlunu da kaybedebilirsin.
Bu anlattıklarım zor da olsa sakın yılma, senin bu temiz kalbinle, güler yüzünle her şeyi yenebilirsin!...” diyerek, 
biraz geçmişten, biraz da gelecekten anlatıyordu...
Ben, ailem, oğlum... Hayır, hayır, onlar beni bırakmazlar...
Çünkü, bizler birbirimizi seviyoruz. Seven insan birbirini bırakır mı?
Hanımın annesi, babası, benim ömür boyu felçli kalacağımı öğrenince, kızımızı oradan getirelim, daha yaşı genç, boşu boşuna orada ezilip gitmesin, diyerek kızlarıyla konuşurlar.
Bildiklerini ona anlatırlar. O da:
“Ben Salih’le kaçıp giderken size danışmadım, şimdi de sizi dinlemiyorum.
Bu düşünceyle benim evime gelecekseniz, sakın gelmeyin.”diye tepki gösterir.
“Evet, bu hanım beni bırakır mı? ”diyordum.
Hemşire hanım, hafif gülümseyerek uzaklaşıp gitti...
Bu arada da Hastaneden taburcu olmak için evraklar hazırlanmıştı.
Birlikte olduğumuz dostlarımızla, ağlamamak için kendimizi zorlayarak, vedalaşıp oradan ayrıldık.
Evimize geldiğimizde çok uzaklardan gelmiş gibi hissediyordum.
Hoş geldin, için komşular, akrabalar gelip gidiyordu. Köyden de halamın kocası geldi.
Bizlere biraz değişiklik olsun diye köye götürmek istiyordu. “İyi olur.”diyerek kabul ettik.
Hazırlıklarımızı tamamlayarak, sabah erkenden.
Yozgat’a giden otobüse biniyoruz.
Evet... Yolculukla birlikte, bana uygulanan imtihanda.. başlamıştı.
Kucakta arabaya inip-binmeler, İdrarımla ıslanmış eşofmana hiç bir şey görmemiş gibi bakanlar...
Buna benzer çeşitleri çoğaltabiliriz.
Evet, yapabileceklerimizin en iyisini yapıp, sabırla yolumuza devam etmeliyiz.
Yozgat’a geldiğimizde bir taksi ayarlayıp köye geldik.    Köyümü çok özlemiştim... Kokusu, tertemiz havası, yedi gözlü, caminin yanındaki iki lüleli pınarlarından akan buz gibi suyunu özlemiştim...
Buraları görüp, köyüme kavuştuğum için, Rabbime şükürleri çoğaltıyor...
Bir taraftan da evin dışına çıkıyor, görebildiğim yerleri seyrediyor, gözlerim mezarlığa doğru geldiğinde kendi kendime dalıp gidiyordum.
Her şeyin boş olduğunu bana, mezarlık çok açık anlatıyordu.
Köyün her tarafını gezmek  görmek  istiyordum.
Herkes işi-gücü ile uğraşıyor...
“İşinizi bırakın, beni gezdirin” diyemem, diyemiyordum...
Gezmesem de, köyün her tarafını görmesem de ,her şeye rağmen mutluydum.

 Selam ve dua’larımla.