YOZGAT'ı yazmak, Yozgat'ı konuşmak, Yozgat'tan bahsetme arzusu depreştiğinde, konu kendiğiniden tarıma geliyor. 'Üretim' dediğimizde, 'tüketimi' 'es' geçemiyoruz, gelmiş olduğumuz 'tükenmişliğimiz' ok gibi yüğemize saplanıyor...
Türkiye'nin tarım kenti Yozgat, tahıl anbarı olarak nam yapmış bir il. Türkiye'nin en kaliteli buğdayının yetiştiği bu topraklarda kurulan un fabrikaları, yaptıkları üretimle yurdun farklı bölgelerinden gelen talepleri karşılamaya çalışıyordu. Hatırlıyorum, Yerköy ve Çiçekdağı ilçelerindeki fabrikalardan un alınabilmesi için önceden randevu talebinde bulunulması gerekiyordu. Önce, ektiğimiz buğdayın kalitesini düşürüp, daha fazla ürün alabilmek için bastık gübreyi, toprağın genetiğini bozduk. Peşinden, 'ambar' olma özelliğimizi kaybettik. Fabrikaları atıl duruma getirdik. Ondan önce var olan değirmenlerimizin kapısına kilit vurup, tarihin tozlu sayfalarına havalesini yaptık, oturduk...
Hergün bir şeyler kaybediyor Yozgat. Yaşadığımız bu ilde bir şeyler yok olurken, seyre dalıyoruz. Tamamen yok olup gittikten sonra da dizlerimize vurup, 'vah-tüh' ile boş zamanlarımızı değerlendiriyoruz. İşin kolayını kaçıp, 'ver yiyeyim, ört üşümeden, uyuyayım' moduna giriyor, geçici rahatlığı kendimize 'hayat biçimi' olarak kabul ederek, hayatı kendimize daha da yaşanmaz hale sokuyoruz...
Yozgat'ta 'Lavaş' ekmek ile sunulan tavuk döner, yaprak döner, ciğer gibi dürümler artık yabancılaşmış. Lavaş ekmeği şehrimizde bulunan yabancılardan temin eder olmuşuz. Gerekçe 'daha yumuşak' olması, bayatlamaması. Çok basit bir durum gibi görünüyor ama 'Lavaş' yapamayacak konuma geliyoruz. Soframızdaki ekmeği bile kaybediyoruz..