BUGÜN seksen sekiz yaşında olan Pazarören Köy Enstitüsü'nden mezun olmuş ömrünün tamamını eğitime ve öğretime adamış idealist bir Hocamızla eğitim konusunda sohbet ettik.
Başınayayla köyünde öğretmenlik yaptığı yıllara ait okulda yaşadığı bir anısını anlattı; “Bir gün öğrencilerimle ders yaparken kapıyı dahi vurmadan içeriye bir adam girdi, omzunda çapası ve ucunda takılı bir çıkınla”.
-Kızım emine al şu dili “anahtarı” annen madımak toplamaya gitti öğleyin git evinde yemeğini ye çıkarken de kapıyı kilitlemeyi unutma.!
Kız çocuğu mahcup bir halde sırasından kalkarak babasından anahtarı alıp yerine oturdu.
Öğretmen köylünün bu davranışı karşısında uyarıda bulunma gereği duymuş, sınıfın dışına birlikte çıkarak;
-Beyefendi, burası bir okul!… Öyle kendi evinize girer gibi buraya giremezsiniz. Okula adımınızı atar atmaz önce başınızdaki kasketi çıkarmak zorundasınız. İkincisi ise; sınıfa girerken kapıyı vurmak zorundasınız, içeriden girin denildiyse eğer sınıfa girer öğretmene derdinizi anlatırsınız, izin verilirse sorununuzu halledersiniz. Burası köy olsa bile okul resmi dairedir. Resmi daireye öyle elinizi kolunuzu sallayarak girip dilediğiniz gibi davranamazsınız.
Köylü mahcup bir şekilde öğretmenden af dilemiş ve bu yaşadıklarını akşam köy odasına gittiğinde köylüleriyle paylaşmış. Benzer hataların yaşanmaması için de “Okul resmi daireymiş, vilayette bir makama nasıl gidiyorsanız okula da aynı şekilde gitmek lazımmış” diyerek komşularına uyarıda bulunur.
O günden sonra köy halkı okul ve resmi makama nasıl gidileceği, nereye nasıl müracaatta bulunacaklarını, nasıl dilekçe yazacaklarını ayrıntılı olarak köy öğretmeninden öğrenirler. 
Bugün adab-ı muaşeretten ne kadar uzak kaldığımızı yaşayarak görüyoruz. O köy öğretmenler bizlere, babalarımıza ne çok şey öğretmişlerdi.
Öğretmen Okullarının kuruluşunun 172. Yılını kutladığımız 16 Mart’ın ve öğretmenlerinde sıradan devlet memuru olarak görüldüğü şu günlerde artık eğitim ve öğretimin kalitesi ortada. Üniversiteden mezun olduğu halde hangi makama nasıl dilekçe yazılacağını dahi bilmeyen kişiler tanıyorum.
Eğitim önemli. Diploma sahibi olmak için çırpınan gençliğimiz kısa yoldan devlet dairesine kapak atma derdindeler. Öğrenmek yerine sınıf geçmeyi başarı saydığımız, en başarısız öğrenciyi bile teşekkür belgesiyle ödüllendirdiğimiz şu günlerde hiçbir bilgisi ve becerisi olmayan, okul sonrası hayata başladığında neyi nasıl yapacağını dahi bilemeyen bir gençlik yarattık.
Eğitemiyoruz; Bugün sokaklarımızda küfür salgın hale gelmiş ise, ortak yaşam alanlarımız çör-çöp içindeyse, saygıdan yoksun sevgiden uzak mutsuz umutsuz gençliğin asıl sorumluları bizleriz. Eğitim sorunu yalnızca Öğretmenin tek başına çözebileceği bir sorun değildir. Toplum olarak hepimizi üzerine düşen sorumluluklar var. Başta ebeveynler olmak üzere özellikle şehirlerde dikkat edilmesi gereken hususları yaşayarak öğretmeliyiz. Her birey bir Vakkas Hocamın yaptığı gibi sorunları temelden düzeltmeliyiz.
Geçi günümüzde köy okulları ve köylünün öğreneceği öğretmenleri de buralardan kopardık.
“Salgın”, yalnızca bir hastalık değildir.
İyilikler ve güzellikler de salgın hale dönüştürülebilir.
Önümüz bahar ve sonrasında yaz mevsimi. Gelin hem kendimize hem de çocuklarımıza bir iyilik yapıp park ve bahçelere çıkarken elimize kitaplar alıp bu güzel günlerin tadını çıkaralım. Özellikle kız çocuklarımızı mutlaka ve mutlaka okumaya yönlendirelim. Yarın onlar anne olduklarında eğitimli çocuklar yetiştireceklerdir. Eğitimli annelerin çocukları her yerde kendisini fark ettiriyor. 
Hazır kız çocukları demişken bir konuya değinmek isterim. Merkezi Antalya’da bulunan; Bırakın Kızlar Okusun Eğitim Kültür ve Edebiyat Derneği öncülüğünde, Sayın Safiye SAMYELİ Hanımefendi organizatörlüğünde Irak’tan tutun da birçok ile kütüphane kurma çalışmaları devam ediyor. Bu kütüphanelerin bir kısmı bugün faal durumdadır. Benzer bir çalışmayı Yozgat merkeze bağlı Sarıfatma İlköğretim Okulu için başlattık. Bu köy okulunu seçmemizdeki amaç, şehir merkezine en uzak köy okulu olmasındandır.
Tıpkı ekmek gibi su gibi kitaplarında zorunlu ihtiyaç maddesi olduğunu en yakınımızdan başlayarak hissettirmeliyiz.
Özellikle şu virüs belası yüzünden evlere kapandığımız zamanları ailecek kitap okuyarak değerlendirmeliyiz. 
İyilik yapmak için paraya pula ihtiyaç yoktur.
Bugün evlerimizde okuyup raflarda beklettiğimiz kitapları başkalarının da okumasını sağlayarak ne büyük hizmette bulunmuş oluruz. 
Bir insan bir kitabı taş çatlasa iki kere okuyabilir, sonrasında evin bir kenarında kaderine terk edilir. Oysa bazen bir kitap kimlerin fikirlerini etkiler, kimlerin kaderin değiştirir bir düşünün.
En iyi kitabı en çok kişiye okutmalıyız ki, mahallede sokakta, çarşıda pazarda daha medenice ilişki kurabilelim. Unutulmamalıdır ki, her kitap hayata açılan yeni bir pencere, yeni bir başlangıçtır. Sağlıklı ve başarılı nesiller yetiştirmeniz dileğiyle.