BU coğrafyada bin yıldan fazla yaşayıp da duygusal olmamak zor zaten. Anadolu’nun kendisi duygusal değil mi?
Taşı toprağı, deresi ırmağı, kayaları dağları da kendi içinde bir duygusallık yaşamaz mı?
Yoksa nereden ilham alırdı bunca şair?
Yazarlar hangi romanı ve öyküyü yazabilirdi? Rahmetli Abdurrahim Karakoç’a nasıl şiir yazmaya başladığını sorduklarında şöyle cevap vermişti: “Bizim buralarda bir ben değil, herkes şiir yazardı. Herkesin gizli bir şiir defteri vardı. Başka meşgul olacağımız bir şey yoktu zaten. Bu dağlar ve ovalara bakıp, şiir yazmayıp ne yapacaksın?”
Yozgat insanı da öyleydi.
Bağrından bu kadar aydın insanın çıkması tesadüf değildi.
Bizde de Çamlığa bakıp yazanlar oldu.
Saat kulesiyle dertleşenler...
***
Duygusallıktan bahsetmişken meselenin bir kat daha derinine inelim…
Duygusallığımız bazen maddeye kadar iniyor ya işte ben ona şaşırıyorum. Düşünmeme sebep oluyor. Eşyaya dahi duygusal bakmamızın altında yatan nedir acep? Geçen yıl arabamızı satmıştık. Sıradan bir memur arabasıydı. Ama altı yıldan fazla kahrımızı çekmişti. Sattıktan sonra birkaç model daha yeni bir araba aldık. Yani, sattığımızla arasında ciddi farklar yoktu. Ondan daha iyiydi ama çok üst model değildi.
***
Şimdi annem gördüğü her beyaz arabayı sattığımız araç zannederek ciddi ciddi hüzünleniyor.
Daha iyi bir araca sahip olmasına rağmen, kendince bir hüzün duyuyor.
Bir Avrupalıya göre bizim o araba sıradan bir eşya…
Günü geldiğinde kaldır at gözüyle baktığı bir materyal.
Peki bizde oluşan bu hüzün neyin nesi?
Bir anda o maddeyle, materyalle nasıl manevi hatıraları bir araya getiriyoruz?
***
Yine bir yakınım yeni bir cep telefonu aldı. Eski telefonuna veda ederken yaşadığı hüzün sizce normal mi?
Bir eşyayı yenisiyle ve daha iyisiyle değiştirirken bile duyulan burukluğun altında yatan nedir?
O telefonla müjdeli bir haber almak mı?
Bir sevdiğinden içini ısıtan bir mesaj gelmesi mi?
Vallahi ben çözemiyorum…
***
Yozgatspor ile ilgili endişe ve kaygı duyanlar, zaman zaman yolumuzu kesiyor ve eleştirilerini sıralıyorlar.
Bu konuyla ilgili yazmamızı-söylememizi istiyorlar. Sporla çok ilgim olmadığı için, bizdeki spor yöneticiliğine de anlam veremediğim için, pek karışmak istemiyorum. Açıköğretim Fakültesi’nde Spor Yöneticiliği bölümü açılmış, belki orayı okur ve bu konuda da kendimi geliştirebilirim.
Bu işin çok bilen, duayenleri olduğu sürece, yapacak bir şey yok. Yukarıdaki duygusallıktan sonra, spora nasıl geldik, bu konuya nasıl girdik bilemiyorum.
Laf olsun işte…
Haydi selametle…