DUYGUDAŞLIK (empati), kendini duygu ve düşüncede bir başkasının yerine koyabilme yetisidir. Bu yönüyle ilişkilerimiz açısından son derece önemlidir.

Kendini bir başkasının yerine koymak; onun yaşadıklarının, özellikle çektiği acı ve sıkıntıların anlaşılmasını sağlar. Dolayısıyla insanın tutum ve davranışlarına yön verir.  

Duygudaşlık vicdanlı olmayı gerektirir. Acıma duygusundan yoksun kişilerden duygudaşlık beklenemez. Tolstoy, “İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır, başkasının acısını duyabiliyorsa insandır.” diyor. Demek ki duygudaşlık insanlıkla eş değer bir yetidir.

Duygudaşlık sevgiyle beslenir. İnsanı, hayvanı, bitkiyi sevmeyen biri duygudaşlık yapamaz.

Duygudaşlık sorumluluk duygusuna sahip kişilere özgüdür. Kendini topluma karşı sorumlu hissetmeyen birinden nasıl duygudaş olması beklenebilir ki?.. Bir düşünün. Çevrenizde yoksullar, işsizler, açlık çekenler, acı yaşayanlar var ve siz bunlara kayıtsız kalıyorsunuz.  Bu kabul edilebilir bir tavır değildir elbette.

Duygudaşlık başkalarıyla iletişim kurabilmektir. Dolayısıyla insanları birbirine yaklaştırır. Toplumda birlik ve bütünlüğü pekiştirir. Çünkü birbiriyle dayanışma ve yardımlaşma içinde olan insanlarda sevgi, saygı pekişir.

 “Ateş düştüğü yeri yakar.” sözünden hoşlandığımı söyleyemem. Bu söz, kişilerin duygudaşlıktan uzaklaşmasına neden oluyor. Buna sığınarak bazı olumsuzlukları beynimizde yaşatmıyor, gönlümüzde hissetmiyoruz. Nasıl olsa bizzat yaşayan kadar algılayamayız, diye düşünüyoruz. Oysa yanlış yapıyoruz. Çünkü bu durum başkalarıyla iletişim kurmamız zayıflatıyor. Hiçbir şey bizi başkalarının yerine koymaktan alıkoymamalıdır.

İnsan kendini daha olumsuz koşullardaki kişilerle karşılaştırmayı bilirse duygudaşlık yetisi de o derece güçlenir. Honore de Balzac’ın çok sevdiğim bir sözü vardır: “Ayakkabılarım olmadığı için üzülürdüm. Ta ki sokakta ayakları olmayan adamı görene kadar.” Bunun üzerine daha ne denilebilir ki?.. 

Duygudaşlık yapmak; çoğu kez her ne kadar üzülmemize, acı duymamıza neden olsa da bizi huzurlu kılar. Çünkü vicdanımızın yükünü hafifletir. Duygudaşlık yoluyla kendi kendimizle hesaplaşmış oluruz. Sorumluluklarımızın gereklerini yerine getirmenin tatlı bir yansımasını yaşarız. Kısacası insan olabilmenin onurunu duyarız.