Hırçın dalgalarda aradım seni,
Yalçın kayalarda sordum seni…
Gökyüzünde açan bulutlarda,
Yeryüzünde doğan çocuklarda,
Kar üstüne, kar düşen yaylalarda,
Ucu bucağı görünmeyen ovalarda,
Aradım, sordum, yalvardım seni…

Dağ yamaçlarında açan kardelenlerden,
Gökyüzünde süzülen şehirlerden,
Kırlarda açan menekşelerden,
Bahçemize konan kelebeklerden,
Sokağımızdaki sümbüllerden, karanfillerden,
Yedi düvelde, dilden dile gezen Şirin’den,
Leyla’dan, Aslı’dan sordum seni…

Gece uykuma giren rüyalarımdan,
Uykumu bölen kara gözlerinden,
İçtiğim sudan, çayımın şekerinden,
Düştüğüm veremimden, aşkın dilinden
Ve yollarıma duran ayrılıklardan,
Beni sana ayrı koyan ıstıraplarımdan,
Gece gündüz düşen gözyaşlarımdan sordum seni…

Sense bilinmezlerde izlerini kaybettirdin,
Bulamayayım diye gözlerini, ellerini,
Bütün karaların başıma diktin ve susup gittin…
Göz göz olmuş yaralarımı görmezden geldin,
Bilmedin ne çok sevdiğimi, umursamaz sevdin…
Göz ucuyla gördün, parmak ucuyla tuttun,
Yarım ağız sevmelerinden herhangi biriydim…

Sakın dönme, yüzüme bakacak yüzün mü kaldı senin?
Sorma sakın bana, beni sevecek yürek mi kaldı senin?
Ağlama sakın bana, inandıracak gözyaşın mı kaldı senin?
İnançlar inançlığını yitirdi, bütün ayraçlar ayrılığı getirdi,
Son sözüm “ÖZLEM” dedim benim adım, “ÖZLEM…”
Dur! Dedim bu son adım, bir daha asla! Gelmem,
Durmadın işte, sözünde kalmadın ölüyorum işte…

“ÖZLEM” dedim benim adım,
Karaladın yüzüm el içine çıkamadım…
Dur! Dedim durmadın işte,
“ÖZLEM” duygu değil benim adım,
Dur! Dedim bu son adım, asla! Dönmem,
“ÖZLEM” dedim benim yüzüm,
Dur! Dedim karalama gözüm, durmadın, ölüyorum işte…