Yaylanın taşları çok çeşitli renktedir. Siyah, beyaz, kırmızı, kahverengi, neyi ararsan vardır. Güneş şavkını vurduğunda, yer, kuyumcu vitrini gibi parlar. Yer böyle olunca gök durur mu? Bölük bölük kuş sürüleri ciyaklar. Turna, keklik, sığırcık, saksağan, kartal, serçe… Nereye baksan uğunursun. Hele ki, kuşluk öğleye dönerken sıcak nefeslere idam hükmü çıkarır. Ne zaman yıldızlar çıkar, serinlik gelir. Uyku da tutmamışsa fakir döşeklerde, zenginlik hayali kurup yıldız saymak ayrı bir zevktir. Şafak sökmeye yakın çiy düşünce geceye yavuklu gibi sarılırsın. Damda, harmanda yatanın işi zordur. Yaylanın ikliminin yabancısı söylenir: “Bu ne böyle, gündüz hamam, gece ayaz…” 
Bundan kelli Bozok Yaylası’nın soğuğu aklıma geldikçe yazıyı uzatmaktan vazgeçer oldum…Ama, azıcık da olsa yazalım…
Doğduğun topraklar… Ah topraklar! Hafiften yağmur çiselese ortalığa yayılan kokunun yerini dünyada hiçbir parfüm alamaz. Buram buram kokar da dolduruverirsin sineni. Havaya hasret kalmış gibi bayram eder ciğerler.
Bozok Yaylası ne Toroslara ne de Kaçkarlara benzemez. Kendine has bir özellik taşır. Dağı, tepesi pek yüksek değildir. Yaylanın bazı kesimlerinde pek yüksek olmayan ovalar vardır, Sorgun (Yeşilova) gibi. Bizim için en güzel yayla Bozok Yaylası’dır. Görmezsek gitmeye, ara vermişsek eğer çakır dikenlerini bile göresimiz gelir. İbibik ve turna seslerini duyamamak, hasretliğimizi katlamaya yeter. Hasretlik kül eyler, yakar gönülleri. Kimi bir yıl, bazen senelerce görmemişsen doğduğun toprakları, kahırlanır durursun. Bizlerin kahırlanması bıldır tazeliğini korur. Saygı Öztürk “Gah gidek!” dedi mi, akan sular durur. Gardaşlar sözleşir, gün tayin edilir. Öncelikle girelim şu Bozok Yaylası’na da sonra varalım Akbucak’a. 
İlkbaharı, kışı da deli! Yazın, akıllı Delice Irmağı’nı üç-dört sigara içimliği geçtikten sonra başlar Bozok Yaylası’nı bükleri bükleri geçtikten sonra hiç koşum eylemezsin. Aha, birazcık da olsa bahsedelim yaylamızdan. Erik ve kayısı ağaçlarımız tombul şıkırdımgibi yiğindir. İğde ağaçları burcu burcu kokar, söğütler salkım saçak ağarken kavaklar bulutlara el uzatırlar. Herkten çıkmış tarlalar yeşile keser. Ayrık otu, diken, her ne ararsan vardır. Her mevsimin güzelliği, acısı ayrıdır. Zemherisini ne sen sor ne de ben yazayım. Zaten yedi düvel kâtipleri yazmaya kalksa altından kalkamazlar. Buyduran ayaz ayrı bir kitap olur da meteoroloji uzmanlarına ders olarak okutulur, bizim Saygı Öztürk’ün kitaplarına da kaynak teşkil eder. Hele Saygı gardaşım bir yazmayı görsün. Şah kartaldan girer de kınalı kuzulardan çıkar. Sivri Dağı’nın karayelini, Alişar’ın tarihini dantel gibi işler de gelinlik kızlar çeyiz sandığında saklarlar. Gardaşım yazar mı yazar! Ak güvercinleri, İğdeliği, Selimli Tepesi’ni, Kanak’ın sele kanmadığını…
Refik Arslan alsa sazı eline, “Ağ gelin”i indirse yayladan ne güzel olur ama. Öyle güzel olur ki, köy ihtiyar heyeti plaket hazırlar, ardından Baba Yusuf Ağa’ya, Suna Ana’ya rahmet okurlar. Fahri Abi’min, Saygı’nın “Ağ gelin” türküsü sevdası hiç bitmez. Fahri Abi’m; “Sana görev; Şu ‘Ağ gelin’ türküsünü bir de sen çığırıver.” der. Yol boyu Fahri Abi’m, Ahmet Turan Öztürk “Ağ gelin” türküsünü altı-yedi kez dinlemişizdir. “Ağ gelin” de ağ gelin ha! Gören yoktur da tarifini yapan pek çoktur: Fidan boylu, sırma saçlı, yay kaşlı, bade gözlü, endamlı, başı al yazmalı… Eh, böyle bir güzele gel de türkü yakma.
***
ELMA AĞACINDA ELMA VAR M’OLA
Bizim Saygı Öztürk, Yenice Bağları’na çok eskiden yani kırk yıl öncesinden bir elma fidanı dikmiş. Her ne kadar ağaç iki metreyi geçse de üstünde elma göremedik. Demek ki ağaç, diken kişiyi unutmuş da onu diken kişi o ağacı diktiğini unutmamış. Fevzi Ağa’yla gidip budadılar. Seneye inşallah meyvesini görürüz. Gardaşımızın da eline yüreğine sağlık…
***
Saygı’nın kaptanlığında Fahri Abi’m, Ahmet Turan Öztürk düştük yola. Yozgat merkezden yeğenimiz Faruk Öztürk’ü de alarak ulaştık Akbucak’a. İki gün öncesinden vali kardeşimiz Refik Arslan, Fevzi Ağa ve Güler Abla’mız otağı hazırlayıp beklemişler bizleri. Gülay Bacı’mız, eniştemiz Nihat Ersoy, Süleyman Öztürk, Tahir Erdal hep birlikte daldık sohbete. Çocukluk ve okul arkadaşımız Bünyamin Çamlıdağ da camiden mezarlık ziyaretine kadar bizlerin refakatçisi oldu. Geçmiş anıları tazeledik bir bir. Ertesi gün vardık Sorgun’a. Doğan Özmen öğretmenimiz, ağabeyimizin misafir odasında eğleştik. Doğan Abi’mizin yüreği, dosttan yana yol geçen hanıdır. Şahin Serdar, Selami, Kaymakamımız Sayın Ali Arslan Taş ve Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Şimşek de bizlere merhaba demeden geçmediler. “Yolcu yolunda gerekmiş.” İki gün iki saniyenin içine sığdı da fark edemedik. Düştük Ankara yoluna…