BAHAR ve Yaz aylarında. Dağlar  tepeler de  kırlarda  açan  mevsimlik  Güller  Çiçekler  yeşillikleriyle  coşkun  akan  sel  sularıyla  bir  festival  havasına  bürünüyorlardı.

Çiçeği  burnunda.  Bağların  bostanlıkların  yeni  bekçisi  Halim’de… 

Baharın  açan  kır  Çiçekleriyle  sık   sık  buluşarak  onların  bu  güzel  festivallerine…  Oda  katılıyordu.

Bineği  olan  Eşeğine  Atına  biniyor,  bazen  de  yaya  olarak.

Kurt  kayasına  gidiyor, tekke  yolunu  dolanıyor.  Yenice  köyü  bağlarının alt tarafındaki Su  bendine de   uğrayıp  çağıldayarak  akan  suyun  sesini  dinliyor.

Arada  bir  su  yüzeyine   çıkan  balıklara  bakarak  onların  su  altındaki  dünyalarını da  kendine  göre  hayal  ediyor.

Sanki mecburmuş gibi yorulmadan usanmadan.

Killiğin  tepesine  sık  sık   çıkarak tüm bağlara şöyle  bir  kuş  bakışı  bakarak  seyre  dalıyordu.

Kınalı  kayaya  oturarak  soluklandı.

Eşeğinin  ipini de  bırakarak  rahatça  yayılmasını  sağlarken.

Önünde  duran  değişik  renklerde  boy  gösteren  Çiçeklere  bakarak  dalıp  gitti.

İçini  çekiyor  onların…  güzelliğine  bakmaya  doyamıyor  Yaratanına da  hayran  oluyordu.

Hafifçe  öne doğru  eğilerek  papatya  sergisinden  bir  tane  kopardı.

Beyaz  yaprakları  ortasındaki  sarı  rengiyle de  göz  kamaştırıyor, burnuna da  hoş  kokular  yayan  papatya  çiçeğine  diliyle de  hafif  mırıldanarak  bir  melodi  oluşturarak  besteler  yapıyor.

Bir  taraftan da  Cananı…  düşünerek…  Rabbine  sığınıp.  Sevgisini  coşturuyordu.

Elindeki  değneği  yere  dikti  gölgesi  değneğin  dibinde  olduğunu  görünce;

-“Öğle vakti  gelmiş  diyerek.

Kendi  halinde  yayılarak  karnını  doyurmaya  çalışan  bineği  olan  Eşeğinin  boynuna  taktığı  ipten  tutarak  aheste   aheste  köye  doğru  süzülüp  yol aldı.

Bahar  Çiçeğini…   Güllerini  eksiltmedi  Papatyalar  çoğalarak.

“Seviyor  sevmiyor…''  Diyenleri  beklediler.  Çiğdemlerde  boy  göstererek.  Hep  yollara  bakıyorlardı    Sevgilileri  Sevdalıları  bekleyerek  bir de  çocukları  hep  özlemle  gözlüyorlardı.

Köye  geldi. Eşeğini evin avlusuna salarak önüne de, daha önceleri eve getirdiği yeşil otlardan yemesi için attı.

Eline  aldığı  ibrikle  öğle  namazı  için  abdest  tazeledi.

Ezan  okunmak  üzereydi.  Camiye  gitmek  için  hazırlandı;

-“Kısmetse  Namazımızı  cömeatla  Camide  kılalım.  Birazda  köyde  ne  var  ne  yok  haber  alalım”  diye.

Söylenerek  Camiye  gitti.

Namaz  çıkışı  vilayetten  bir  kaç  günlüğüne  gelen arkadaşı   Hafızla…  karşılaştı.

Halim:

-Hoş geldin Hafız… Gardaş, diyerek.

Kucaklaştılar  Vilayete gittiğinde hep onun… evine giderdi, bu  seferde.  Halim  Hafızı  evine  davet  etti.

Birlikte  eve  gittiler.

Halim  bir  taraftan  Hafızla  sohbet  edip  konuşurken  bir  diğer taraftan da  bekar olduğu için yemeklerini kendi pişiriyor. Bulgur  pilavı pişmiş demlenirken:

-Gardaş…   yağda  yumurta da  pişireyim mi?,  dedi.

Hafız:
-Yok…  Yumurta  değil de.  Pilavın  yanında  turşu  gider.  Eğer  senin  turşun  yoksa.
Ben  hemen  iki  dakka da  eve  gidip  anamdan  bir  tas  alıp  geleyim.
Hemi, onlara  senin  yanında  olduğumu da  söylerim.
Birde  sana  sürprizim  var… diyerek, Halimin elini ayağını dolaştırıyordu.

Halimle  Hafız…  Birlikte  küçük  salatalık  ve  kelek  ağarlıklı  kıştan  kalan  turşuyla.

Tarlada  sıcağın  alnında  tırpanla   ekin  biçen  ırgatçılar  gibi  bulgur  pilavını.  Yufka  ekmekle  sokum   sokum  (lokma) yediler.

Rablerine  yedikleri  o  nimetleri  ve  bu  anı  kısmet  ettiği  için  hamd  ederek:

-Bunun  üzerine  iyi  demlenmiş  bir  çay  gider,  diyerek.

Kaynayan  çayla  yudum    yudum  Sevgi, dostluk, muhabbet  içtiler.

Halimin sık sık Hafıza sürprizin ne olduğunu sorması. Sohbeti bölmüyordu.

Hafızın  küçük  kardeşi  hariç…

Kargalı kör Halil'in çarığıyla güveği  girdiği gibi.

Kapıyı  paldır küldür açarak  destursuz  içeri  giren.  Hafızın  kardeşi:

-Ede…( abi) Babam  seni  çağırıyor  hemen  eve  gelecekmişsin,  diyerek.

Hep  birlikte  ayaklandılar.

Halim  sürprizi  unutmuştu.  Hafız  elini  ceketinin  iç  cebine  atarak.  Bir  mektup…  çıkardı:

-Halim  gardaş…  Bizim  komşumuzun  hanımı  bir  kavga  ve  bıçakla  yaralama  sonucunda   hapis’e  düştü.
Bende hanımla onu ziyaret’e gittik.
Bu  arada da  senin…  Cananını  da…  ziyaret  et dik,  diye  anlatırken.

Halimin  gözleri  dolu   dolu  akmaya  başladı.  Çünkü…  Onu  bir  türlü  göremiyordu.  Çok  özlemişti.  Burnuna  elvan  elvan  tütüyor…  Onun  kokusunu  acı  esen  Rüzgarlara.

Seherin  sevgiyle  esen  Yellerine  ısmarlayarak  getirmelerini  tembihliyordu.

Hafız  elindeki  mektubu.  Halime  uzatarak:

-O hasret kaldığın Sevgisiyle yüreğini yaktığı Cananından…  sana  Selam…  Var.

“Hakkını  helal  etsin.  Bu  mektubun  içinde  her şeyi  bir   bir  anlattım.

Ben  ona  Yar…  Olamadım.  Allah  ona  Yar  olsun”  dedi, diyerek.

Gönderilen  mektubu  Halim…  Gözlerinden  akan  yaşların  seli  ile.

Yüreğinde  yanan  kor  ataşın  feri.  Canan  dan  gelen  Selamı   Gönlüyle.  Mektubu da  eliyle  alarak.

Hafızı  uğurladı.

Gönül  coşmuş…   Sevgi  seliyle  boğuşuyor.  Yüreği  bir  Kuş  olmuş  uçarak  enginlere  hiç  konmuyordu.

Tuzlu  Pınar  yol  bekliyor.  Halimin  Cananından…  Canından.  Sorgu  sual  ediyorlardı.

Mektubu açmadan arkasındaki yazıları okudu. Alıcı. Halim  Özdemir!…

Gönderen taş duvarlardan. Canan…

Halim  mektubun  içini  açmadan  ayakkabısını  ayağına  giyerek  bir  koşuda  her zaman buluştukları.  Tuzlu  Pınara  geldi.

Tuzlu  Pınarın  tuzlu  suyu.  Çömçe  Balıkları  yemyeşil  bir  ağ  gibi  su  kenarındaki  yosunlar.

 Su  yüzeyinde  kanatlarıyla  uçan  diğer  canlı  varlıklar.

Pınarın  tuzlu  suyuna  aldırmadan  yanına gelen  değişik cinslerdeki kuşlar da.  

Canandan…bir  haber, bir de  nefes bekliyorlardı...!

Selam ve dua’larımla.