Delirme çocuk, bütün yok saymalara, çıkmaz sokaklara, sonu olmayan yollara ve muğlâk aşklara gül geç çocuk.
Zaman seni çalmıyorsa ve vakit aşka gelip dayanmamışsa şüphesiz “akıbet” yazan kalemindir. Kendini paralayıp durma, ödünü patlatan sonları sorgulama. Mümkünse sen kucak kucak papatya, kır çiçekleri topla. Unutma! Her şey senin düşüncen üzerinedir…
Külsen bir yangın sonrasında, oturup sakın ağlama. Çaresizliğini yüzüne vurma. Hayatı anlamaya değil, yaşamaya çalış çocuk. Bütün anlamlar onda gizli çünkü yani her şeyin başı da var, sonu da. Bu arada her şeyin sahibide…
Çaresizliğin zayıf yanı kalbinde barınır ve beyninde kol gezer. Azat etmezsen bütün düşkün yanlarını kurtulamazsın ezilmelerden, tükenmelerden kaçamazsın. Öyleyse düşün, yaşamak mı? Ağlamak mı? Öyleyse düşün çare nerede gizli? Yüzüne vurduğun sende mi? Seni sana gösteren sırda mı?
Elbet acılar ve elbet özlemler var. Yaşadıkça öğreneceğimiz, sabırla beklediğimizde göreceğimiz güzelliklerde var. Bütün giz belki de içine hapsettiğin yaradılışında saklı. Yaradılışın ki, o seni inkâr etmiyor, sen nasıl olurda ziyana düşersin…
“O” sensen ve O’da sense… Şüpheye ne hacet çocuk? Aklını başına düşür, fikrini başına sonrada otur ağla sorgulamalarda geçen bomboş yıllarına. Belki de gözyaşlarında saklıdır bütün güzellikler ve o muhteşem akıbet. Bence şüphesiz çocuk, şüphesiz onda ve ağla ki yıkansın bütün haram yılların…
Şimdi gidiyorum çocuk. Peşimden geleceksen eğer yani o uçurumun kenarından döneceksen şayet; bırak şüpheleri, bırak gel gitleri. Her şey tek bir vücutta ve her şey, bugünler, yarınlar tek onda, bir onda. Ne olur, yalvarırım dön yüzünü çocuk Rabbim’den yana…