Sebepsiz bir gecenin içinde yorgun bir sabaha doğru ilerliyorum. Çok kırgınım sadece bunu biliyorum fakat neye ya da nelere kırgınım hiçbir fikrim yok. Kanaat kullanamadığım kanaatsizlerden tiksiniyorum…
    Gözlerim acıyor artık neredeyse yetmiş iki saattir vuslata eremedi göz kapaklarım gözlerimle. Özlüyorum uyumayı, şöyle uzanıp toprağa sonsuza çıkan bir yolda hayatın frenleri patlasın, hiçbir varlığa tutunmayım istiyorum…
    Hayat akıp gitsin, yatağını  kendi bulsun, gözlerimden bilmesin yaşamın kaynağını. Beni kendine mahkûm kılan hiçbir şeye eyvallahım yok biliyorsun. Biliyorsun gitmelerine, kal demelerim hiç olmadı.
    Susuz, sensiz kaldığım acılar yumağında milyon defa kördüğüm oldum, milyon defa öldüm. Çaresiz kaldığım akşamların suskun haykırışlarında saklayamasam da sevgimi, biliyorsun bir defa dahi gel demedim…
    Özgür gecelerim olmadı hiç ve olmadı hiç upuzun zamanlarım. Nerede başladımsa orada daraldım, orada kapandım karanlığa ve sustum sonsuza. Sense kullandın bütün susmalarımı, dar vakitlerimi…
    Anlatamadım kendimi sana, yazamadım kalbine, açamadım yüreğimi yüreğine ve sayamadım sensizliği sana. Yani iyi bir aktarıcı olamadım, hiç öykünemedim, bir kere bile söyleyemedim “kırgınım” diye…
    Bir kere söyleyebilseydim keşke…  Belki de bu kadar acımazdı yaram ve kapanması dudaklarına kalsa da acılarımın ben bir kere söyleyebilseydim keşke “çok kırgınım” diye…
    Susuşlarımı yüreğine gönderiyorum. İşte ilk defa burada yüreğim dingin ve işte ilk defa yazdığım bu mektupta hür, bu mektupta özgür yüreğim ve biliyorum sebepsiz değilim artık…
    Çok kırgınım sevdiğim…