İstenmeyen olduğumu bilseydim, yıllarımı yıllarına takar peşine düşer miydim?  Bir gün karşıma geçip, bu aşkın imkânsız olduğunu söyleyeceğini hissetseydim, kalbimi kalbine mahkûm edip, sonsuz bir acıya gözlerimi mağlup eder miydim?
    Sen uğursuz yolların çıkmaz sevdası, sen kalpsizler şehrinin umutsuz vakası, sen intihara ipotekli yarınların kalleş belası  ve sen ömrümün en büyük yarası; vuslatı kan kanmaz gecelerin içine attığından beri yaşamıyorum ve sen ölüm dileklerinin hain kraliçesi, bir damla mutluluğumu karanlık sulara saldığından beri nefes almıyorum.
Böyle miydi sevda ülken? Böyle miydi sevmelerin? Yani alıp alıp gitmelerin, dönmemelerin ve uykuyu gözlerime haram eden sözlerin böyle miydi?
    Sen yanlış istikametlerin hatalı sollaması ve sen çift şeritli yolda frenleri patlamış gibi yapan, aslında hayatın bam telini ve aşkın ödünü patlatan yalancı… Nice umutları, nice sevdaları, nice yürekleri katlettiğini biliyor musun? Elbette biliyorsun fakat öyle pişkinsin ki, hiçbir söz kar etmiyor kan emen, can alan, sevgiyi hiçe sayan nefsine…
    Türkülerimi ve gelecek zamanlarımı sonra bütün hatıralarımı öldürdün. Ömrümü bir tabela saydın ve karaladın. İçimin duvarlarını  yıktın, bıkmadın vurmaktan ve yüreğime Allah aşkına kaç  şarjör boşalttın?
    Konuşsana? Susmasana? Ömrüm senin çiğneyip geçtiğin toprak mı? Yoksa sırtına bindiğin, ezdiğin, sek sek oynadığın ve beş taş saydığın çocuk oyunu mu ömrüm?
    Yaktın yakacağın kadar, kül ettin edeceğin kadar. Allah aşkına üfürüp durma küllerime, dermanım kalmamış dizlerimde. Toparlayamıyorum kalanımı sonra içim caddelerine dökülüyor, kaldıramıyorum bütün bu olanları…
    Haklısın durmak sana yakışmaz ve haklısın vuslatımız seni taşımaz. Öyle ki, sen hain, öyle ki, ben ömrünün en büyük yarası, biliyorum kesip atman, gitmen lazım. Gereklere şartlanmış yüreğine söyleyecek bende söz yok haklısın.
    Al sevda ülkeni başına çal ve uğursuz yollarında, çıkmaz sevdanı  koluna sar. Kalpsizler şehrinin hain kraliçesi, ne olur, ne olur, beni bana sal, beni bana sal…