HEMEN hemen her yaz ilçeme (Çekerek) giderim. Giderken eğer otobüs Aydıncık yönünden değil de Yozgat-Sorgun istikametinden giderse camdan Yozgat’ı izlerim. Caddesinde, sokağında yürümenin tadını vermez tabii ki. Geçen hafta bu bahtiyarlığa eriştim. Ayaklarım Yozgat topraklarına değdi. Yıllar sonra Saat Kulesi’nin asilliğini seyrettim. Etrafından geçen insanların arasında olmanın sevincini yaşadım. Herkes hızlıca geçiyordu. Ben yılların özlemiyle, aşkla, heyecanla…
Yaklaşık iki ay önce Şehit Aileleri Platformu Başkanı Fadime Ayten ile görüşmemizde dedim ki: “Bir şeyler yapmanın vaktidir.” Görüşmemiz sonucunda Yozgat’ta öğrencilerle huzurevi ziyareti yapmamızın hem öğrencilere hem huzurevinde yaşayan büyüklerimize iyi geleceği fikrine vardık. Bu fikrimizi Başkentteki Çekerekliler Derneği Başkanı Zülfikar Akdemir’e anlattık. Birlikte bu programın düzenlenmesi için anlaştık. Sonra ”Yozgat Gezisi” olsun, öğrenciler Yozgat’ın tarihi yerlerini de gezsinler istedik. Öyle de oldu. Yasal izinler, telefon görüşmeleri, araç belirleme, öğrencilerin seçilmesi, yemek yenecek mekan ayarlama vs.  Program düzenlemek öyle dışardan göründüğü kadar kolay olmuyor. Zor ama huzur verici.
Yozgat’ta son hazırlıkları tamamladıktan sonra Çekerek’e gittik. Çekerek Atatürk Ortaokulu Müdürümüz Cihangir Bey’in odasında bizlere ikram ettiği sıcak çayımızı içtik. Çekerek Atatürk Ortaokulu idaresi tarafından belirlenen öğrenci ve öğretmenlerle saat 10.00’da Yozgat’a hareket ettik. 
Yolculuğumuz esnasında öğrencilerimizle tek tek tanışıp sohbet ettim. Bir öğrencimizin söylediği söz üzerine İstanbul’dan Çekerek’e gitmenin, bu ziyareti düzenlemenin ne kadar doğru bir karar olduğunu bir kez daha anladım.
“Abla, ben huzurevine gitmeyi çok istiyordum. Ama gidemedim.”
Kalbinin güzelliği sözlerine, gözlerine yansıyordu. Her haliyle duygulandırdı beni. Otobüste gözyaşını kontrol edebilen bu tatlı kızımız, huzurevinde gözyaşlarına engel olamayıp ağlayacaktı az sonra.
“Neden başka bir yer değil de huzurevini ziyaret ediyoruz?” dedim.
Basit bir soruydu benimkisi, öğrencilerin verdiği cevaplar ise mükemmel. 
Çünkü sevgiye ihtiyaçları var. Çünkü onları sevindirmeliyiz. Çünkü ellerini öpmeliyiz. Çünkü bizi görünce mutlu olurlar. Belki çocukları yoktur, kimseleri yoktur, biz çocukları olabiliriz, öyle hissederler…
Ben ziyaretimizin amacına taaaa otobüste ulaştığının farkındaydım.
Yozgat’a gidip gitmediklerini sordum. Çoğu ya hiç gitmemişti ya da gitmiş ama tarihi yerleri gezmemişti. Ayıp değildi bu, büyük eksiklikti. Çünkü ben de bu yaşıma kadar Yozgat’ı gezmemiş, tarihi yerlerini görmemiştim. Biz öğrenciyken üç STK temsilcisi bir gün Çekerek’e çıkagelip bir sihirbaz gibi hayatımıza dokunmamış, bir sihir yapıp bizi Yozgat’a Çapanoğlu Camiisi’nin avlusuna bırakmamıştı.
Yolculuk dediğin, meyve suyu-kek demekti. Hep birlikte kekimizi yedik. Tatlı yedik, tatlı tatlı sohbetimizi ettik.
Yozgat’a nihayet geldik. Benim için geç kalınmış ziyaret, çocuklar için hayatlarının henüz başındayken gerçekleşiyordu. Mutluydum.
Yozgat’ın tarihi Çapanoğlu Büyük Camiisi’ni gezdik önce. İleri Gazetesi Yazı İşleri Müdürümüz Seyfi Çelikkaya, meraklı gözlerle camiiyi gezen öğrencilere camii hakkında bilgi verdi.  Gazeteci kimliği ile bu programı ölümsüzleştirdi. Haber yaparak Yozgat insanını bilgilendirdi. Gazetemizin yazarı olarak kendilerini yanımda görmekten onur duydum.
Daha sonra Yozgat Belediyesi tarafından restore edilip turizme kazandırılan tarihi Hayri İnal Konağı’na gittik. Konak, modern yapıların arasında nostaljik duruşuyla muhteşem görünüyordu. Tarihin dokusu, kokusu her halinden hissediliyordu. Bizi konağın yetkili müdürü Önder Yaşar Bey karşıladı. Galoşlarımız galoş makinesi tarafından giydirildi. Eeeee, ne de olsa konağa misafir olmuştuk. Elimiz sıcak sudan soğuk suya değmemeliydi. Önder Yaşar Bey konağın tarihini öylesine eğlenceli hale getirdi ki, öğrencilerimiz hem kendisini hem konağı çok sevdi. Çok eğlendikleri gülen yüzlerinden belli oluyordu. 
-Çocuklar “yunmak”, “çimmek” ne demek biliyor musunuz?, dedi.
- Evet, banyo yapmak, dedi çocuklar. 
-Haaa, işte bu da konağa gelen misafirlerin kaldığı günümüzün süit odası. Burası da çimdikleri duşakabin, dedi.
Duşakabin dediği yerin ahşap kapısını açtı. İçerde takunya ve su doldurulan huni şeklide yapılmış kap vardı. Arkadan ancak bu kadarını görebilmiştim. Konağın diğer bölümlerini gezdikten sonra, eğlenceli bölümüne, salon büyüklüğündeki yere geldik. İşleme örtüleri olan makatlara oturduk. Burada oyunlar oynanır, türküler söylenirmiş. Önder Bey öğrencilerle o dönemde oynanan bir oyunu oynadı. O çaldı, misafirler oynadı. Kavurgamızı yiyip, çayımızı da içtikten sonra güzel hatıralarla konaktan ayrıldık. 
Öğlen yemeği için Hünkar İskender’e geldik. Yozgat’ta ne yerseniz yiyin, farklı bir lezzeti olduğu bilinir. Tarafımca da tescillendi.
Alparslan Türkeş Huzurevi’ni ziyaret etmek için otobüse bindik. Öğrencilerimiz ve bizler huzurevinin huzurlu katlarında büyüklerimizin ellerini öperek karanfillerimizi takdim ettik.
Elini öptüğüm bir amca:
-Almanya’daki torunlarıma benziyorsun kızım, dedi. Torunlarım gibi güzel yüzün, saçların aynı, torunlarım gibisin, dedi. 
-Ben de senin torunun sayılırım amca, dedim. 
Hüzün ve mutluluk karışımı duyguyla sarıldı bana. 
Koca bir ömür, huzurevinde karşımızdaydı. Kimisi çocuğum yok dedi. Kimisi ağlamaklı oldu.
Bir nine: “Numara alın; beni arayın” dedi. Söz dedik, seni arayacağız ninem, söz…
Hepsinin yüzü nurlu, tavırları sevecen, sesleri huzur verici. Hayatın nice çemberinden geçmek, düşmek, kalkmak, yorulmak, emeklerini yıllara eke eke bu yaşa gelmek kolay olamazdı. Elleri, yüzleri, üstleri, başları tertemizdi. 
Yaş dediğin nedir ki? Bir bakmışsın 9, bir bakmışsın 90.
Huzurevi sakinlerine hediye almak istediğimizi söylediğimizde huzurevi yetkilisi, tekerlekli sandalye hediye edebileceğimizi söylemişti. Götürdüğümüz tekerlekli sandalyeleri hediye ettik. Biz yine de Allah’tan sağlık sıhhat diliyoruz. Tekerlekli sandalyelere oturmak zorunda kalmasın büyüklerimiz. Yürüyebilsinler, kendi ihtiyaçlarını kendileri yapabilsinler. Duamız bu yönde.
Hayatın iki uç noktası. Çocukluk ve yaşlılık. Bu iki ucu Alparslan Türkeş Huzurevi’nde kalp şeklini vererek birleştirmenin huzuru ile Çamlık Milli Parkımıza doğru yola çıktık.
Çamlık bizi bembeyaz karşıladı. Yeşil kadar yakışmıştı beyaz. Doğa harikası Çamlığımızda öğrencilerimiz kartopu oynadı. Yozgat gezimiz mutlu sonlandı.
Öğrencilerin bulunduğu otobüse çıktım. Vedalaştım.  Çocukların elleri havada “bay bay” yaparken gözleri teşekkür ediyordu. Hayatımızın çiçekleri güle güle size, güle güle!
Zülfikar abiniz, Fadime ve Gülseren ablanıza dünyaları verdiniz. Sevginizle evlerimize dönüyoruz.
Ayrıldık sanmayın, mola verdik.