ANNESİ!..:-Bugün  köy  odasındaki  gömme  dolaba  seni  saklayacaklar. Babanı  öldürenleri de  her  zamanki  gibi  dolduruşa  getirip  konuşturacaklar. Sakın  saklandığın  o  dolapta  bir  şeyler  yapmaya  kalkışma.
Zaten  dolabın  kapağını  üstünden  kilitleyeceklermiş, diyerek oğlu  Mustafa’ ya  anlattıklarıyla   yardım mı  ediyor,  yoksa  oğlunun  hayatı  ve  kendi  vicdanıyla  dalga mı  geçiyordu?... belli değildi.
Hiç  kimse  bu  olacaklara  bir  anlam  çıkartamıyordu. 
Gerçek  duygu  ve  düşünceler  prangalara  bağlanmış.
Neme  lazımcılık  öfkenin  baş  üstünde  geziyor. 
Köy  odasında  hazırlanan  düzmece  oyun  başlamıştı. Mustafa,  köy  odasındaki  çam  tahtalardan  yapılan  oymalı  gömme  dolapta  kilitli,  nefesini  tutmuş,  bekliyor.
Bir  taraftan da  köy  odası  teker  teker  doluyor.
Odadaki  gürültü  ve  sigara  dumanları  küçük  Mustafa’yı  rahatsız  etmiyor,  o da  artık  güzel  sözleri  duymuyor.
Gül kokusu,  papatya  kokularını  artık  hissetmiyordu.
Bir  anda  köy  odasındaki  gürültüler  kesildi.
Sigaralardan  çıkan  dumanlar  olduğu  yerde  dondular  çünkü  küçük  Mustafa’nın  babasını  öldüren  ırızcı…  Silo  ve  Şarapçı…  konuşacaktı.
Mustafa,  nefesini  tutmuş,  küçük  dolabın  içinde  sıkışarak  ağrıyan  yerlerinin  verdiği  acılara  aldırmadan  kulaklarını  açmış  anlatılanları  dinliyordu:
-Güzel  bir  kadındı.  Herkes  onu  görüp  bir  “ah...”  çekerdi. Biz de  bu bizim    şarapçıyla  birlikte  o  kadına  asılırdık. Bağa  giderken, bazen de  pınarda  yunak  yıkarken  hep  onun  peşinde  gölge  gibi  gezer,  birlikte  olmayı  teklif  ederdik.
Aradan  bir  ses:
-O  size  ne  derdi? Irızcı:
-Erkek  karıymış , ya  kocasıyla  tehdit  ederdi  bizi. 
Yada  eline  ne  geçerse  kafamıza  yağdırırdı.
Daha  sonraları  düşündük,  kocasını  yaralayıp  korkutalım  belki  o  zaman  bize  yüz  verir,  dedik.
-Bir  gün  baktım,  sabah  erkenden  ata binmiş  gidiyor.  Fırsat  bu  fırsat  diyerek  koşarak  bizim  şarapçıya  geldim. Kafamda  kurduğum  planı  anlattım. 
Birlikte  köy  yoluna  gidip,  yol  kenarlarındaki  otların  arasına  gizlenip  beklemeye  başladık.
Köy  odasındaki  kulakları  sağır  edercesine  süren  sessizlik  damarlardaki  akan  kanları  dondurmuş.
Herkes  ibretle  ve  dehşetle  anlatılanları  dinliyor...
Bir  ses:
-Daha  sonra  ne  oldu? Pusuda  çok  beklediniz mi?. Irızcı:
-Yok,  fazla  beklemedik.  Zaten  bizim  şarapçıya  arada  bir  takılıyor,  şakalaşıyorduk. 
Bu  yüzden  vaktin  nasıl  geçtiğini  anlayamadık. 
Biz  birbirimizle  yattığımız  yerde  şakalaşırken,  bir  baktık ki,  karşıdan  atın  üzerinde  bize  doğru  süzülerek  geliyor.  Sırtında  siyah  bir  paltosu  vardı .
Yazında,  kışında  hep  onu  giyerdi.
Döşünde  yani  paltosunun  arasında  bir  şey  saklıyormuş  gibi  bir  hali  vardı.  Ben  bir  anda  çok  korktum.
Eğer  elindeki  silahsa  ikimizi  değil,  hepimizi  öldürür  çünkü  çok  iyi   silah  kullandığını  ve  çok  atik  hareketler  yaptığını  biliyordum.
Bunun  için  ilk  hamlede  başarılı  olduk,  olduk...  yoksa  bizim  işimizi  bitirir,  diyordum.
Bize  iyice  yaklaştı. Ben  aniden  ayağa  kalkıp  üzerine  rasgele  ilk  kurşunu  attım.  İkinci  kurşunda  attan  aşağıya  düştü.  Yanına  yaklaştım,  ölüp  ölmediğini  kontrol  etmek  için. Yan  yatıyordu , ayağımla  hafif  çevirdim. Ölmüştü.
Sessizlikten  çıkan  bir  cılız  ses:
-Kucağındaki  oğlu  küçük  Mustafa’yı  görmediniz mi?
Şarapçı:
-Elleriyle  bir  şeye  sıkı  sıkı  sarılmıştı  ama  orada  fazla  kalamadık.  Bu  yüzden  daha  sonra  öğrendik ki,  bağrına  bastığı  oğluymuş. Dolapta saklı Küçük Mustafa:
-Babam!... dedi. Sessiz  sedasız  dolabın  içinde  gözyaşı  döktü. Bir  taraftan da:
-Hiç mi  eliniz  titremedi?... Vicdanınız  sızlamadı mı?... diye  kilitli  dolapta  mırıldandı.
Mustafa,  eve  geldi.  Annesine  sarıldı,  gözlerinden  süzülen  yaşlarla  ağlayarak:
-Anne  bu  kadar  güzel  olmak  zorunda mıydın?!.. diyerek  saçma  sapan  cümleler  kurarak  öfke  selini  coşturuyordu.  Annesi:
-Oğlum,  sen  bu  olanları  yeni  duyuyorsun. Ben  yıllarca  pınarlarda,  bağlarda,  gittiğim  her  yerde  istemeden  dinlemek  ve  duymak  zorunda  kaldım, dedi.
Birbirlerini  sıkı  sıkıya  sarılıp,  çaresizlik  pınarlarından çile  suları  doldurdular,  içtiler.
Mustafa:
-Geri  dönüşü  yok  bu  işin,  diyerek  babasını  öldüren  Irzcı  ile  Şarapçıyı  öldürmek  için  yapacaklarını  düşündü. 
Ayarlanan  silahla  bağlarda  atışlar  yaptı. Gördüğü  taşlara  nişan  aldı. Bir  taraftan da  avazının  çıktığı  kadar  bağırarak;
-Kurtlar,  kuşlar,  biçilmemiş  çimenler, yoncalıklar  duyun  beni!... Ben  cana  kıyacağım, diye  sağa  sola  öfke  yelleri  estirdi. 
Havalar  çok  sıcaktı. Yıldızlar  hüzün  gülücükleri  dağıtıyor,  ay  ışığında  kısıtlama  yapmıyordu .
Mustafa, elbiselerini  giydi  ve kardeşlerinin  yanına  geldi.  Uyuyan  gözlere  birer  öpücük  gülleri  koydu. Annesiyle de  vedalaşarak  evden  ayrıldı.
Mustafa’nın  anası:
-Mustafa!... dedi, sarıldı.
-Vaz mı  geçsek?...
Mustafa:
-Olmaz  ana,  olmaz.  Sen  ışıkları  kapat . Allah’a  bizleri  affetmesi  için dualar  et, dedi.
Bir  yılan  gibi  sessizce  süzülerek  oradan  ayrıldı.
Irzcının  evine  yaklaştı.  Kapıyı  hafif  hafif  tıklatarak kapının  açılmasını  bekledi. Gizlenme  sırası  şimdi  Mustafa’ daydı.
-Yitme  kapıyı  el  gücüyle,  yiterler  kapını  er  gücüyle... diye  kapının  açılmasını  beklerken, Irzcı  gözlerini  ovalayarak;
-Kim  bu  saatte  kapıyı  çalan  densiz?!.. diyerek  kapıyı  açtı. Hiç  beklemediği  birini,  Mustafa’yı  görünce  dizlerinin  bağı  çözüldü. Sağda  solda  kasılarak  konuştuğu  o  dilinin  tetiği  bozuldu .  Gariplik,  mazlumluk  yelleri  estirdi.
Mustafa:
-Affet  Allah’ım... diyerek. Bir, iki, üç  kurşun  saydı.
Öfke  devrildi. Kin  yıkıldı. Bitmedi... diyerek  adımlarının sayısını  çoğalttı.
-Sıra  sende  Şarapçı, dedi.
Silah  sesi,  ağıt  feryat  seslerine  karıştı. Köyün  otobüsü  de Salı  pazarı  için  yolcularını  tamamlamış  hareket  etmek  üzereydi. Mustafa,  eliyle  işaret  ederek  hareket  eden  otobüsü  durdurarak  bindi.
Şarapçı da  Irzcının  başına  geleni  duymuş, vilayete  kaçmaya  çalışıyordu . Şarapçıyı  ölüm  korkusu  sarmış. Vilayete  varana  kadar  ölüp  ölüp  dirildi.
Vilayetin  girişinde  korkudan  arabanın  kapısını  açıp  kaçmaya  başladı. Mustafa da  Şarapçının  peşinden  kovalamacılı  oynayan  çocuklar  gibi  koşuştular.
Gece  nöbetinden  evine  gitmekte  olan  emniyet  bekçisi,  Mustafa’yı  eli  silahlı  görünce  engel  olmaya  çalıştı.
Sonunda  kendi  canından  oldu.  Mustafa,  Şarapçıyı da  şehrin  ortasında  kurşunlayarak  öldürdü:
-Cehaleti cahillikle  vurdum,  diyerek  emniyete  teslim  oldu.
Selam ve dua’larımla.