Bir mülteci, bir dargın, bir insan kaybıyım… Belki de hiçbir şeyim şu kısacık konuklukta… Üzülme cansuyum iyiyim...
Keşkelere asılı nice bakir umudun iğfal edildiği soğuk kent Ankara... Ah! Ankara... Kimsesiz bir halim kaldı ve vebal oldu böyle özlemle yaşamak bana…
Bazen olmak istersin orada, o kollarda, boynu bükük kalır ya vuslat... Öylece susarsın sonra... Genzin yanar, için kanar ve ağlasan olmaz ya... İşte öyle bir şey dediği gibi şarkının. Böyle hüzün doluyor insanın yüreği sabahın altılarında ve sözlerinde özlemek koyuyor adama. Yanında olamamak, sarılamamak... Yani ağladıkça görecek günler var sevdiğim...
Mesafeleri içine hapseden, geceyi gündüze devreden ve iki bardak çayı buz eden ama yürekleri küstürmeyen gönüllerdik biz.
Birbirimiz için yaratılmış fakat ayrı bırakılmıştık sonra bulduk birbirimizi, geç fark ettik gözlerimizi, utandık kavuşturmaya ellerimizi çünkü kül olmaktan gelmiştik, öteleri tepelemiş, ötekileşen yaban bütün duyguları gömmüş nihayet vuslata ermiştik biz.
Vuslat dedim de yine içim yandı cansuyum, yine kavuşamadığımız on bin metreler, bulutların üzerindeki yürümeler geldi aklıma…
Ezan seslerine kavuşan nice ayrı gecelerimiz oldu. Nice karanlığı parçaladı özlemlerimiz. Yinede vazgeçmedik yaşamaktan, ölüm içindeki bu akıllara ziyan oyundan.
Bir sobelemece, bir yakalamaca, bir ip atlamaca, anla işte sevgili iki çocuktuk bir olamadığımız bu kovalamaca da. Üstümüze dökülen ayrılık, yolları uzattı ilkin sonrası zamanlara kaçırdı bizi, vakti gelmeyen anlara, vuslatı kavuşturmayan deli ayrılığa…
Öyle ya da böyle günler geçiyor özlemin çığ olup büyüyor. Hesapsız, sorgusuz sualsiz, bir sabah, bir gece çıkıp gelsen ötelerden ötelerden yine çocuk olsam, çocuk olsak el ele…