Gün doğdu İstanbul'a ve gece boyunca yağan yağmur penceremde arkadaş oldu bana... Sevişmelerimiz hangi bahara kaldı cansuyum? Ve herhangi bir umudumuz hangi mevsime sarıldı? Gözlerim kapanmak üzere mi? Varsın olsun cansuyum; bu gece sen bana yazıldı, sen bana kaldı...
Uyur uyanık yalnızlıklarda gezinirken yüreğim, hala direniyor gözlerim. Hani o bakmaya kıyamadığın, hani o öpmeye kanadığım sonrada umutların kuyruğuna mektuplar saldığın sözlerin diyorum, bu gece her zamankinden daha yalnızdı... Ömrümün asıl kahramanı, sahiden mutlu musun? Ölümler düşüncelerimin kapılarını çalmakta, kördüğümler boynumda, dağıldığım nice sabahın ayazlarında bir bilsen nasıl özlüyorum seni.
Keşke diyorum, ah! Keşke kapımı çalan o melek sen olsan, keşke üşüdüğüm sabahların tek saranı, kalbimin ağrılarının tek soranı sen olsan sonrada bir celsede alsan, çekip götürsen uzaklara canımı... Her anımın cansuyu söyle, söyleyebilecek misin ölümüne? Gelebilecek misin böylesine?
Görebilecek misin sözlerimde? An gelecek ölebilecek, an gelecek bıkmadan sevebilecek ve an gelecek bir bakışımla dirilebilecek misin?
Ben her defasında, sözlerinde, gözlerinde diriliyor, ölüyorum cansuyum. İnan bulamazsın benim gibi seveni, bulamazsın senin için öleni...
Bir oda arkamda, bir sokak ötemde, ne yazar ki gurbet köşelerinde, kilometrelerce geride, ileride olman? Bana hep gurbet, bana her vakit bulutların üstünde binlerce kilometrede olsan da, bütün bunların dışında yanımda olup sırtını biran dönsen, ben hep hasret, bana her vakit ilelebet uzaklardasın cansuyum...
Bu mektuplar, şiirler hep sana gülüm, bu vasiyet tek sana cansuyum; ölürüm, kalırım, kalmasın kitaplarım, şiirlerim, yazılarım yerde....