BUZDAN kalıpların içerisinde yaşıyoruz. Hapsolmuş bedenlerimizle birlikte ruhlarımızda aynı akıbeti yaşıyor. 
Buzdan kalıplar. Zihinlerimiz ve düşüncelerimizde buzdan kalıpların içerisine hapsolmuş. Belirli bir şeklin ve kalıbın içerisine sokulan sıkıştırılmış demir çubuklar gibi makinanın bir ucundan nasıl girmişsek diğer ucundan öylece çıkıyoruz. 
Bedenlerimizi hapsettiğimiz bu kalıba zihinlerimizi ve düşünce dünyamızı da katıyoruz. “Kendin olmak” cümlesini algılama biçimimiz bile buzdan kalıpların içerisine girmek gibi. Kendimiz olmaya çalışırken, hayatı ve yaşamı kendimize göre uydurmak yerine biz hayata ve yaşama uymaya çalışıyoruz. Bir başka açıdan bakarsak, kendin olmak sıkıştırılmış düşünce kalıplarında düşünememek ve bizlere bahşedilen zihin olgusunu kullanamamak. Bir başkasının veya başkalarının düşünceleri ve zihinleriyle yaşamak, buzdan kalıpların içerisine hapsolmak.  
İçtenliklerimiz bile buzdan kalıplar halinde. Gülmelerimiz, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz ve dahası bizleri dışarıya karşı en iyi anlatacak duygularımız bile ruhsuz ve kendimizden uzak, buzdan kalıpların içerisine sıkıştırılmış. 
Tek düze bir hayatın içerisinde yol alan bedenlerimiz, karanlık bir dehlizde ilerler gibi sağa sola yalpa yapmadan ilerliyor. Bir göz aralığı, bir kalp mesafesi, bir zihin düşlemesi kadar yaşayabildiğimiz bize biçilen zaman diliminde hayattan hiçbir tat alamadan, tattığı yemekten yüzü ekşiyen bir gurme gibi yaşamdan ekşileniyoruz. 
Aşklarımızı bile buzdan kalıplar içerisinde yaşıyoruz. Aynı tezgâhtan çıkan elbiseler gibi değişmeyen ve bir daha da değişmeyecek olan kelimeler ve cümlelerle yaklaşırız karşı cinse. Düşünce iklimimizde ki zevklerimiz de olduğu gibi, bedenlerimizin de aldığı zevk ve hazlar aynı kalıbın ürünüdür. 
Buzdan ve soğuk…
Neden soğuk, kalıplaşmış buzdan bir yaşamın içerisinde, farklı olmayan, bir başkasına ait, kendimiz olduğunu zannettiğimiz ancak asla biz olmayan düşünce ve fikirler ileri atarız. Karşımızdaki insanın ne düşündüğünü ne hissettiğini hissetmeden ve önemsemeden buzdan düşüncelerimizle karşı koymaya çalışırız. Oysa o düşünceler bize ait değildir. Biz değil. Biz olmayan, düşünce sıcaklığını, fikir uyuşmazlığını dikkate bile almadan, aşkı sadece bedenlerin birleşmesi olarak gören buzdan kalıplaşmış zevk ve haz yığınları olarak yer yüzünde dolaşıyoruz. 
Duvarlar koyma aramıza sevgili….
Buzdan…
Keskin duvarlar… 
Acıtan…
Kanatan…
İç ürperten…
Buzdan kalıplaşmış hayatların içerisinden çıkmalı…
Buzdan kalıplaşmış duvarlar koyar sevgili araya…
Hiçbir ısının eritemediği, güneşin asla ısıtamadığı kalıplaşmış buz duvarlar…
Kaldır sevgili bu duvarları…
Küçük bir pencerenin önünde dışarıda lap lapa yağan kara bakıp, baharın ılık demli havasını hissetmeye benzer sevgili buzdan duvarları kıramamak… 
Buzdan kalıplamış duvarları yıkmalı sevgili…
Elimize geçirdiğimiz kocaman demir balyozlarla kalıplaşmış düş yığını fikirleri kırmak gibi aramızda ki buzdan kalıplaşmış hazları yıkmak…
Koca bir şehre hapsedilmiş insan yığınları arasında met cezir yaşayan kaç insan vardır. İnsanı en çok gelgitler yıpratır. Kararsız gelgitler. 
Senin buzdan kalıplaşmış düşlerin var sevgili…
Kırılması imkânsız soğuk duvarlar…