AKDAĞMADENİ yakınlarında meydana gelen trafik kazasının fotoğraflarını çektim. Beraberimde götürdüğüm zarfın içerisine koyup, Ozan Köyünde Sivas'tan Ankara'ya gitmekte olan otobüsün şoförüne teslim etti. 'Bunu yazıhaneden alacaklar, saat kaç gibi Ankara'da olursunuz?' sorusunun da yanıtını aldıktan sonra aracın plakasını ve varış saatini bildirmek üzere telefon aramaya başladım.
Benzinlik yanında hem lokanta hem de kahve olarak kullanılan işyerine yöneldim. Telefon edebileceğim bir yerin olup olmadığını görevliye sordum. Kapının önünde bastonuna dayanmış sohbet eden üç yaşlı amcadan birisi, benzinlik görevlisinin yanıtını beklemeden söze girdi. 'Karşı sokaktan gir, sol tarafında bakkal var. PTT acentası, oradan telefon edebilirsin' diyerek, yolu tarif etti.
Yoldan karşıya geçtim. İki tarafı ağaçlı yolda bir süre yürüdüm. Köyün hemen girişinde, tepe üzerine konuşlanmış kulübeye benzer bakkal dükkanını gördüm. Keçi yolunu dolarak bakkalın kapısına ulaştım. Yeşilin koyusu/kirlisi boya üzerine beyaz badana ile kapı ve pencere çevresi belirgin hale getirilmiş bakkalın balkon çıkıntısındaki iki kolon arasında kalın karton üzerine yazılmış 'bakkal' yazısının hemen yanında sarı plaka üzerinde yazılı 'PTT Acentası' yazısı dikkat çekiyordu. Tavandan aşağıya doğru sarkıtılan file içerisinde plastik toplar, tel süpürge, merdivenden çıkınca tam karşı tarafta kırmızıya boyanmış, üzerinde beyaz boya ile 'yangın' yazılı olduğu, silik olmasına rağmen belli olan iki kova, bir balta, arkasında kocaman kırmızı üzerine beyaz 'yangın' yazılı köşe dikkatimi çekti.
Tahta kapıyı aralayıp, içeriye girmek üzere adımımı atmaya hazırlandığımda içeriden gelen daha çok büyükbaş hayvanların boynuna takılan çıngırak sesiyle karşılandım. Kafamı biraz yukarıya doğru çevirdiğimde, kapının arka kısmına tel ile bağlanmış, büyük çıngırak ile göz göze geldim. Beni gören tezgahın arkasında oturan orta yaşlı birisi kalktı. 'Hoş geldiniz' diye karşıladı. Tezgahın bir tarafından kocaman bir kova, diğer tarafında üzerinde 'Vita' yazan, teneke içerisinde peynir, hemen yanında 10-15 koliden ibaret yumurtalar duruyordu.
Bakkal, elimde fotoğraf makinası, sırtımda çanta ile görünce durakladı. Sonra 'yabancımısınız abi' diyerek, sorguya aldı. 'Evet' dedim, 'ilerde trafik kazası vardı, onun için geldim. Telefon etmem gerek' diye devam ettim. 'Hele bir soluklan, bir şeyler iç, sonra ararsın' teklifini, 'önce kayıt verelim, beklerken soluklanırım' diyerek beklemeye aldım. Kırmızı telefonu yan taraftan masanın üzerine bıraktı, 'bu tarafa geç, otur, daha rahat edersin, müşteri gelir, gider seni rahatsız etmesin' diyerek, tezgahın arka kısmına geçmemi istedi. Uydum. Telefonu aldım, Akdağmadeni PTT'sine Ankara'ya ödemeli kayıt verdim. Yani telefonla yapacağım görüşmenin bedeli gazete tarafından ödenecekti. Kayıt işleminin ardından, yanıt beklerken, bakkal elinde bakır sülahi ile bir bardak getirip, ayran doldurup, uzattı. Bir dikişte içtim, 'ciğerim yanmış' diyebildim. Bardağı 'sağol' diye uzatırken, ikincisini hemen doldurdu. Onu bu kez dinlenerek içmeye başladım. Sohbet etmek istiyordu ama benim öncelikle haber notlarını toplamam gerekiyordu. Anlayışla karşıladı. Bu arada telefon çaldı. Akdağmadeni PTT'sindeki memure 'karşı taraf ödemeyi kabul etti, görüşebilir' sesini duyabiliyordum, ahizeden. Bakkal telefonun ahizesini bana uzatıp, 'ödemelyi kabul etmişler' dedi. Aldım telefonu, önce içerisinde banyo edilmemiş trafik kazası fotoğraflarının filmlerinin yer aldığı zarfı verdiğim otobüsün plakasını, şoförün ismini, saat kaçta Ankara terminalinde olacağını yazdırdım. Ardından, trafik kazasının haberini, notlarını iletip, Ankara ile vedalaştık. Rahatlamıştım artık.
Teşekkür ettim. Sohbete başladık. Kazanın nasıl olduğunu, haberi yazarken öğrenmişti. 'Sizin işiniz de zor abi' diye bakkal söze başladı. 'Öyle, iş bitinciye kadar nefes bile alamıyoruz ama iş bitince rahatlıyoruz, üzerimizden büyük bir yük kalkıyor. Zevkli bir işimiz var, yorulsakda önemli değil' diye, sohbeti devam ettirdim.
İçeriye elinde 5-6 yumurta ile bir kız çocuğu girdi. Yumurtaları tezgaha bıraktı. 'Annem iki yumurta, yarım kilo da kaya şekeri istiyor. Bunlar yetmezse, kaç tane daha gerekliyse yarın getireceğim' dedi. Şaşırdım. Bakkal kalktı. Tezgahın üzerinde bulunan koliden iki yumurta çıkardı, tezgaha koydu. Tezgahın altındaki çuvaldan kaya şekerini tartıp, çocuğa verip, gönderirken, 'iki yumurta borcunuzun bulunduğunu, annene söyle' uyarısında bulundu. Kız 'tamam' deyip, geldiği gibi gitti.
Merakımı gidermek için 'yumurta getirip, niye yumurta alıyor?' sorusunu yönelttim. Bakkal, tebessüm ederek 'köy bakkalında para geçmez... Köylü üretir, yetiştirir, doğal ürünleri bize verir, karşılığında şehirden getirdiğimiz ürünleri alır' diye, sorumu yanıtladı. Ama 'nasıl?' sorusunu sorma ihtiyacı duydum. Uzun uzun anlattı. Köylü, kendi yaptığı peyniri, kümeste besleği tavuğundan elde ettiği yumurtayı, bulguru, düğürcüğü daha neyi varsa, bir kısmını 'akçe' olarak kullanıyor. Karşılığında daha ucuza ihtiyaçlarını karşılıyor. Bakkal köylüden topladığı ürünleri şehre götürüp, bakkallara, lokantalara üzerine kar payı koyup, nakte çeviriyor. Bakkalın fotoğrafını çektim. Sorularımın yanıtını aldım. Benzinliğe dönüp, gelen otobüsle Yozgat'a ulaştım.