Kör Hüsnü Dayı Alcı köyünün Beşpınar yolu ağzına yeni bir ev yapmıştı. Kalın kavaklardan kırmaları, bol samanlı kerpiçleri, geniş topluları ve firekli kapıları vardı. Üstelik damın üstüne birde kuşluk yapmıştı. Emirhan’lı Efenin Ömer’den birde loğ almıştı ki, kaymak gibi bir mermer. Çatı zaten kimsede yoktu. Komşulara biraz kerpiç kesme, çamur karma ve bişirik atma konularında borçlanmıştı ya olsun, güzün inşallah öderdi. 
Ev yeni olduğu için Hüsnü Dayıya çok keyif veriyordu. Elini arkaya koyup gezerken arka tarafta duran eli bir miktar daha yukarı kalkmıştı. Şapkayı gözünün önüne indiriyor, son düğmesini  ilikliyerek gezdiği mintanın 2 düğmesini birden açıyordu. ..- Benim ev.... diye başladığı sohbetleri gurur ve keyif veriyordu. Her zaman dövdüğü ...geçmişini!... diyerek üzerine yürüdüğü karısına ... norüyon lan kotü avrat.. ne diyerekten el şakaları falan yapıyordu. Karısı Hüsne bibi de güzel evlerini defalarca keyifle süpürüyor, evin sufasına teşti, ilağni, ilağançeleri, guşşeneleri, helkeyi, şitili, zehenleri, ırbığı, el ilağnini vs. raf yaparak düzüyor, geniş bahçesine kırmızı, baldırcan, hıyar, pürçüklü, suvan, iplikli go pahla, keli pancarı falan ekiyor, cennete çeviriyordu.
Günümüzde insanlar Amerikadan malikhane alıyor, özel uçak alıyor, dünyanın en cennet köşelerinde tatil evi alıyor fakat onların ahırı andıran evlerinden aldıkları mutluluğun zerresini dahi tadamıyorlar.  Onlar için mutluluk ufak bir gerekçeydi. Mutluluk bir emek, mutluluk çok küçük bir varlığın doğurduğu tarifi imkansız hisler bütünüydü. Miras kavgası hükmü taşımayan, kimsenin gözünün olmadığı güvenlikte, kuru ekmek, duru su zenginliğinden oluşan;  televizyonsuz, radyosuz, hegemonya sınırları, hanımdan, çocuklardan, inek, eşek, it ve sıcak bir evden ibaret bu dar alanda moral bozucu her haberden uzak, Allah’ın kucağında geçen güvenli bir hayattı onlarınki. 
Elbette kıskançlık insanların doğasında var. Bu kadarcık varlık dahi ufak kıskançlıklara neden oluyordu. Düşünsene ineklerle aynı odayı paylaşanların gözünde böyle bir ev saraydı. Hüsnü Dayı da işi iyice sosyetikleştirmişti. Herkes bir gazyağı lambası bulamazken bunun iki tane gaz lambası ve 4 tanede 8 numara lamba şişesi vardı ki, 3’ü hep püfede dururdu. Püfede şişenin birine de el örgüsüyle elbise uydurulmuştu. Duvarda başı insan, gövdesi yılan Şahmeranın resmi ve birde seccade asılıydı. Hüsne bibi Kayserililerden aldıkları 2 tane süslü kilimle ve 6 kucak karışı döşşek yüzleriyle 5 tane minder köpütmüştü ki, millet bu eve misafirliğe gelmek için can atıyordu. 
Misafirperver ve öğünmek için sürekli arkadaş arayan Hüsnü dayının o günkü misafiri ise İbişin Memmed dayı ve hanımı Gulbüş Halaydı. Arkadaş aşığı ve sofrasını paylaşmayı seven ve vurduğu avları kesinlikle yalnız yemeyen cömert yürekli Memmed Dayı çok çok iyiydi ama birazda düşük konuşurdu. 
---- Arkadaş tavatır olmuş. Evin hayırlı uğurlu olsun..
Hanımlarda aynı dilekleri paylaştılar.. Hanımı hanımına, o da Hüsnü Dayıya imrenerek masum masum bakıyorlardı. Badanalı evin burcu burcu kokan kireçleri, duvardaki Şahmeran, püfedeki lamba şişeleri, ortalıktaki Kayseri melefeleri, pompalı gaz ocağı, geniş toplu, duvar dolabı hayranlık vericiydi. Onların hayran bakışları o kadar aleniydi ki.. Hüsne bibi
-Allah herkese versin anam.. esgi evde dokkü çeke çeke pöçüklerim gırıldı.. 
- Hüsnü dayı..
..... Ben bu evi asgerdeyken gavurlardan galma bi yerde gördüm, gafama yazdım gelip öyle yapdım..  Eyi para yidi bu ev.
Vallaha eyi yapmışsın arhadaş. Demek Irzı gırıklar böyle evlerde mi oturuyo..
Tabii böyle yerlerde oturuyo.
Vallaha galeyli gap gibi olmuş. Yalınız bu dürzü evine bi de mobilgaz lazım..
Düşük cümlelerin espirisi günler sonra anlaşıldığı için masum sohbetin gafları televizyon, radyo hayatımıza girdikten sonra anlaşılmış, bu enstanteneler günümüze tatlı bir hatıra olarak yansımıştı. Ne de olsa hicviye ve muhabbetin odağı Alcı Köyüydü burası..