HEM YOZGAT’IN, HEM GÖNÜLLERİN ZİRVESİNDEKİ KÖY..

BOZOK YAYLASININ EN GÜZEL İNSANLARI

BAŞINA YAYLALILAR

Bozok Platosu; bozkır ve engebeli düzlüklerden oluşan ilginç coğrafyasıyla İç Anadolu Bölgesine özgü Step bir iklime sahiptir. Bilirsiniz ki, Step iklimlerde kısıtlı yağışlar yüzünden ormanlar hem bodur, hem seyrek hemde yok denecek kadar azdır. Yıl içinde sadece bir veya iki mevsim yeşil kalabilen küçük boylu ot toplulukları görülür. Flora genellikle yaz aylarında sararan kısa boylu çayırlıklar, ayrıkotu, keven, sorguç, katırtırnağı, yabani arpa, püsküllü ot, hardal, yemlik, yılgın, gelincik, papatya, hatmi, sütleğen, ballıbaba, yabani gül, böğürtlen, sığır kuyruğu, çayır üçgülü, koyun yumağı, gelincik, yavsan, üzerlik, çoban yastığı, mine, taşkıran, düğün çiçeği, yıldız, kardelen ve kekik gibi tohumlu bitkiler ile karaçam, ardıç ve meşelerden teşkil kurakçıl orman adacıkları görülür ki, bu ormanlar, genelde insan tahribatından arta kalan korulardan ibarettir.

Başına Yayla Köyü ise Yozgat doğasının aksine maki bitki örtüsüne benzeyen farklı iklimi, bol oksijen üreten havadar rakımı, zengin mineralli toprakları ve billur sularıyla adeta mikroklimatolojik bir özelliğe sahip. Topoğrafik yapısı, konumu, eğimi ve yerleşkesi ile yeşilin her tonu, endemik bitki türlerinin en bol çeşidi ve meyve ağaçlarından teşkil eşsiz manzarasıyla dikkat çeker. Hoş manzara dediysek doğası elbetteki tamamıyla yeşil değil tabiiki. Çıplak yamaçlarından da anlaşılacağı gibi yükseltisi ve eğimiyle karın, fırtınanın, yağmurun, rüzgarın sürekli test ettiği karlı-buzlu, ayazlı en soğuk köylerden biri olarak bilinir. 

Aslında Kızıltepe, Koru, Ceyliğin Seki ve Ören Dere mevkiilerine bakarsanız buralar yakın zamana kadar Çamlık ormanlarının devamı niteliğinde bir orman arazisiyken, maalisef ki korunamamış ve bilinçsizce yok edilmiş. Yani bölgeyi tam tarif etmek gerekirse Başına Yayla Antropojen Bozkıra sahip istenilse eski güzelliğine tekrar dönüştürülebilecek ender köylerimizden biri.

Soğuğu sert, adamı mert sözünü nerde duysam, bu köyün bulutu beyaz, umudu mavi güzel insanları aklıma gelir. Konumları Yozgat’ın, sevgileri ise yüreklerin zirvesindeki bu köy, erdem ve tevazusuyla unutulmaya yüz tutmuş kültür ve geleneklerimizi liyakatiyle yaşayıp yaşatırken, hem kendilerine hemde tüm hemşehrilerimize tarifi imkansız saygı ve itibar kazandırıyor.

Gôo Gaya’dan koyün yoluna düşüp, Komün Ardından çatal yola girdiğinizde ilk önce Şemşeddin’in, Gadirin Necati’nin, Topal Nuru’nun ve sırasıyla Caferin Melek, Memidiğin Etem, Gara İsmayil, Çıtağan Mısa, Hacı Memmed ve Gara Kemal’in evlerini geçtikten sonra, koyün ortasındaki Sadettinin Haceli’nin tükenine varırsınız.

Kim olursanız olun, ağa, paşa, sadağcı, deşirici, çerçici, bohçacı, köylü, kentli, zengin, fakir; hangi statüde ve hangi katmanda yer alırsanız alın, burda aynı değer ve güler yüzle karşılanır, her sofrada yer bulur, cömert ikramlarla ağırlanır, uğurlanırsınız. Çünkü Başınyayla’da misafirin adı bereket, teşrifi ise hane sahibine itibardır. Misafirperverliğin şahikasını görürsünüz. Bu gelenek eskidende böyleymiş, şimdi de aynı. Konuk kimliğinizle başlarına taç, ruhlarına ilaç olursunuz.

Sadece Yozgat bölgesinde değil, çevre illerde de adamın kralı diye bilinen Musambaşın Hacı Üsüyün, Celalın Bekir, Derelinin Kemal, Topal Kazim, Topal Kâya, Çıtağan Eysan, Çıtağan Nuru, Gağancının Abdulgadir, Gırtıl, Honhon Osman, Got Tohanın Adem, Tiftiğin Gôoş, Sarıbıdığın Bahri, Gulük Omar, Adilin Hacı Ahmet, Gara Mahinin Adil, Molla İbaş, Mennanın Ali, Obaların Osman Çavış, Kel Selami, Şıhın Kenan, Yanıh Memmed, Gıllı Şeref, Borazanın Kemal, Yağap Çavış, Eysan Hoca, Sülüğün Yaşar, Buğacı Hacı, Sadığın Muhlis, Kürt Osman, Meyremin Gozel, Şıhın Tefik, Goca Üsüyün, Mırtaza, Turşucu Habip, İbili, Gıllı Yusuf, Osmanın Çavış, Höçüğün Ömer, Loklü Memmed, Haşimin Ünal, Haşimin Çahır, Gara Kemal, Gara Lifat, Yanığın Kemal, Çerkezin Mamış, Tırış Ahmet, Mınığın Ihsen, Emir Abdılla, Emirin Bekir, Nayımın Osman, Sağar, Taran Gıribişin Arif, Goca Kazim, Eşginin Üsüyün, Yusufun Abdılla, Gıribişin Ihsen, Kel Ali, Kendirin Ömer,  Cinni Nuru, Deli Üzeyir, Şemşinin Memmed, Gocanın Halil, Deli Memmedali ve Deli Ferzi gibi cömertlikleriyle nam yapmış, has gönüllü şahsiyetlerin hepside bu köylü.

Başına Yaylalılar çalışkan ve üretken olduğu kadar estetik anlayış yönünden de çok özel zevklere sahiptiler. Bu köyün öyle elit bağları, öyle güzel havluları, hayatları ve öyle imrenilir bosdanları olurdu ki, her gören hayran kalır, bir bakan bir daha bakardı. Örneğin Ağararmıt’taki ve Fidit’deki bağlar, Sasıpınar, Atpınarı, Çörtlen, Alimpınar, Başpınar, Garaoz, Savacah ve Boyalıh’daki bostanlıklar aynı Londra’daki dinlenme parkları kadar özenilmiş güzelliklerdi.

Hatırlayanlar bilir. Şekirenin Halis’inen Hanife, Abbasın Mesut’unan Nefise ve Üzeyirin Hanifi’ynen Yeter o kadar tertipli, düzenli, süslü ve hevesli bostan ekerlerdi ki, onların bostanlıklar aynı Japon bahçeleri gibi dekoratifti. Bu güzel insanlar emeklerine ayrı bir özenirdi. Herifleri avratlarının yumuşlarına bek gider, gıyıyı gıranı cennet gibi yaparlardı. Bu adamları  bosdanlıhlarındaki gırmızıların, suvanların, samırsahların boyu diğerlerinin iki katı olurdu. İplikli pahlaları diplerine dikilen cereklere dolanır, her biri birer çam ağacı gibi görünürdü. Bi misir közlerlerdi ki ağzınızın suyu akardı. Bosdan garıhlarından sınıra sarkan gabahlar, duğlekler, içi sarı, çiğitleri siyah garpuzlar, kelilere ektikleri pancarlar, garıh garıh madenisler, dereotları, reyhanlar, suvanlar, biberler, baldırcanlar ne biçimdi Yarabbi.

Helede süs için ektikleri sardunyaların, krizantemlerin rengi, motifi ve kokuları insanı büyülerdi. Kelleleri halbır gibi şemşamerler, rüzgarın yönüne göre edalı edalı uğurlenirken, biyazı yeşiline karışmış ala çamırlı hıyarların aroması tâa genzinize nüksederdi. Çol çocuk o  bostanlara tummak, şemşamer kellerini goparıp üfelemek, hıyarı, keleği yolabilmek için sürekli etrafında döneler, gendilerini zor dutarlardı. 

Öyle üzümler, elmalar, cevizler, hıyarlar, bosdan ve kelekler olurdu ki, helede İmamın Adilin ve Taran’ın bağlardan üzüm, Buruğun İlhami’nin bahçeden fişne, Hacı Memmedin Şerafettin’in, Gara Behçet’in, Çıtağan Üzeyir’in garıhlardan hıyar, Çerkezin Memmed’in Ağcemi’deki pahladan kavun-kelek, Cennetin Selahattin’in ordan şemşamer, Abının Eysan’ın ve Tahsin'in havludan ceviz ve Tiftiğin Hakkı’nın tarladan ilahana yolabilmek için köyün gençleri hergün ayrı ayrı taktiklerle hırsız grupları oluşturur, sabah, akşam operasyon planları yapardı. Salmanfakılı’lı Gara Bekirin armutların, kirazların zaten heç sansı yohdu. Başına Yayla’lı olup ta, o kirazları yolmayan bir genci tarih yazmaz.

Bu köyde acı-tatlı günler muhteşem bir kenetlenmeyle karşılanırdı. Fertler arasında küslük, dargınlık veya benzeri husumetler olsa bile, kin ve nefretler anında unutulur, tüm kırgınlıklar rafa kaldırılır, hepsi birden en içten hisleri ve en samimi dualarıyla birlik-beraberlik sarmalında bütünleşerek, imrenilir güzelliklere imza atarlardı. Aynı zamanda büyük-küçük, konu-komşu, akraba-akran hiyerarşisinin en mükemmel uygulandığı köy olma hüviyetlerini gururla taşır, erdemleriyle etrafa örnek olurlardı. 

Çevrenin en otoriter hanımları bu köydeydi. Bişirdiği yenen, gonuşduğu dinlenilen, ağırbaşlı, vakur, eli uz, çok Osmanlı ve oturaklı avratlar vardı. Bilgisi, becerisi ve ulu sözleriyle tüm genç kızların imrenerek örnek aldığı Apışın Gamer, Tikret Meelde, Kekilli Anşa, Mısdının Şekire, Ebiliş, Çopur Anşe, Keziban Garı, Hacıbâalin Ladiş, Emirin Mehri, Çahır, Tekmile, Dudu, Yaabın Alinin Kehribar, Diddiri, Sağar Zarife, Bıcı, Erik ve Yağabın Binnaz gibi çevrede nam salmış görgü ve görenek sahibi bu hanımlar, kazandıkları saygı ve donanımlarıyla köylerinin adını her yerde yüceltirlerdi.

Bunlar, statülerindeki itibar, itaatle dinlenilen yumuşları ve davranış kurallarındaki ehliyetleriye en iyi iş-aş bilen hatır hörmet saabı hatınlar diye anılırdı. Yaptıkları çokelik, gaynattıkları hedik ve kestikleri erişteler herkesi imrendirirken, bu etraf köylerdeki tüm avratlar onlardan iş görmenin inceliklerini bellemiye çalışırdı.

Höçüğün Binnaz zabağnan gahıncı mavi çinko çaydanlıhlarınan bi çay demler, pineden aldığı taze yımırtalar ve bahçeden topladığı taptaze fasulyelerle bi gôo pahla gavuddurması yapardı ki, onuda yeni sulanıp düzlenen ekmağnen tumuncuh vallahi bi çarpım ekmek yerdiniz.

Höçüğün Halisin Fitnet ‘de bek işçimandı. Gışın teneke sobanın üsdünde yuha ekmağ gevredir, guvermiş çokeliğnen, çamannan gom gibi bi dürüm alır, yanında çalhamaynan öyle bi yerdi ki, içiniz giderdi.

Korgız bibi, gonnenmiş deriden goca bi torba diker, hergün eşgilediği yoğurtları o deriye boşaltır, guze doğru da o yoğurtları deriden çıharır yayıh yayardı. O daş gibi olmuş yoğurtdan birazını gayfeltilik ayırır, çanağnan sahlardı. O deri yoğurdunu sobada gevrettiği ekmağ sarıp çayınan tumdunmuydu; vay gurbanım ne olurdu bilirmisiniz.  

İbaşın Satı’nın bişirdiği Bozaş, Tellal Halilin Mahi’nin bukdüğü Cıbır Mantı, Naimin Eysanın Hatıç’ın yaptığı Herle, Tosuncunun Beşir’in Durmuş’un yaptığı Haside ve Zilfi Şıhın Adife’nin bişirdiği Naneli, Narpızlı Bulamaşı’nın üsdüne güzel yemek yapan Türkiye’de görülmemiştir.

Gambır Şekire eyi turşu vururdu. Yaabın Aniş ve Gôo Gız, öğlen vakdi davar sağama gelinci bir koremez yaparlar, çlou-çocuğu doyurur guverirlerdi. Çerkezin Mahi zorlu bazlama ederdi. Tiftiğin Emine’nin yaptığı sini, Erdalın Fadime’nin gızartdığı Pahlavu, Bıcı’nın yaptığı Barnah Çörek, Çopurun Anşe’nin Kesme Aşı, Uşuk Nenenin çullama, Binnaz’ın sütlü, Fitnet’in un helvası ve Gara Nazik’in yapdığı eşgiliye doyum olmazdı.

Haa.. unutmadan söyleyim, Emirlerden Naimin Eysanın Ahmetin Dürüye zabahları bi Duğürcük Aşı bişirirdi, üstüne guyruh yağı ve suvan yahar, gevremiş ekmek, guvermiş çokelik ve tereyağyınan da girişdinmi beş tas Duğürcük çorbasına banamısın demezdiniz.

Dokumacılıkta ve nakış işlerinde üstün tasarımlara sahip becerikli hanımlar olurdu. Meyremin Gulüzar, İbaşın Urguç, Lomenin Sarıbaşın Mavış ve Sadığın Mısdının Faddi Sümerbank’tan daha düzgün örgü örer, kilim, çul ve çufralıh dokurlardı.

Sesi, avazı ve kulak yatkınlığıyla Türküleri, diyeşetleri ve yöresel besteleri ustacaca yorumlayan değerleri vardı. Mesela Çıtağan Tefik, Nabiyenin Semiha, Şekirenin Mahi ve Mısanın Selvinaz’ın söylediği maniler hâlâ milletin ezberindedir.

Efsane düğünleri olurdu. Yöresel törelerin hepsi eksiksiz uygulanır, bilmeyenlere ise usül erkan bilenlerce onur kırmadan tevazuyla yol gösterilirdi. Hani şimdi Devlet otoriteleri ve organizasyon tertip komiteleri protokolden, hiyerarşiden, yetki ve selahiyet öncelikleri ile oturum ve kurulum düzenlerinden bahsediyorlar ya; kısaca Prokol Kuralları dediğimiz şey; hah işte bu protokol ve görgü kurallarının ana vatanı kesinlikle Başına Yayla Köyüdür. Bu köyde gelen misafirin karşılama, uğurlama ve ikram  kuralları, töreler ve sürelerle ilgili alan görevlileri, adap, edep ve saygı kuralları, konuşma önceliği ve had bilme adabı, temsile yetkin bir kişinin emri ve yhönlendirmesi dahilinde gerçekleşir ve çocuğundan büyüğüne herkes köylerine aidiyet duygusuyla umur üstlenirlerdi.

Yav ne halaylar çekilirdi bu köyde. Hemde halayların en hasını, ritimlerin en ustasını, koreografik bir düzen ve senkronize bir incelikte nasıl çekerlerdi bilirmisiniz. Kadınları, erkekleri, gençleri, çocukları hepside folklor ustasıydı. Hacı Memmedin Cemileatın, Fatte, Erdalın Fadi, Halisin Hanife, Avni Duvanın Havise ve Şekirenin Mahi; bi düğün olsada, ortaya çıhıp bi Candarma haleyi çekselerdi de bi görseydiniz. Burçak Tarlası, Kunduralım, Nalinim, Feyli Turnam, Darine, Oy Madımak, Allılar, Yozgat Yolu ve EDnginede Deli Gönül Engine  haleylerini bek zorlu çekerlerdi.

Erkeklerden de Höçüğün Nahat, Abdulgadirin Nizam, Aşıh Arif, Obaların Selami, Veyis Çavış ve Gavasın Ali’nin üstüne Bobbili, Ağarlama, Tekayak, Üçayak haleylerini çekeni tanımam.

Çok becerikli hanımları vardı. Anadolu kadının görevlerini bugünün tırnağı ojeli hanımlarına söylesek, psikolojileri bozulur. 1970’li yıllar ve öncesindeki Anadolu kadının görevini size sıralamaya kalksam sayfalar yetmez. Detaya girmeden isterseniz bazı ana başlıkları söyleyim size. Örneğin evin kadını sabah herkesten önce kalkar. Kayın babanın, kaynanaın abdest sularını ısıtır, evi barkı toparlar, yemeği pişirir, kısık sesle ve saygıyla Kayınbabayı, kaynanayı uyandırır, ıbrık, el ilağni ve peşkırı alarak abdest sularını döker, ayaklarını kurular, inekleri sağar, sütü pişirir, ahırı temizler, sığırı sürer, yabayı, dirgeni, anadutu, kağnıyı, urganı, yuları, boyunduruğu hazırlar, tarlanın azığını kor ve hemen ırgatlık yolu tutulur.

Tırmık çeker, sap toplar, ekin yolar, ordaki sofraları kurar kaldırır, saniye bile durmadan güneşin altında çalışır, çocuğuna bakar, itin yalını karar, malın samanını döker, çocuğun kumunu ısıtır, beler, eve gelince yemek yapar, inekleri sağar, tüm evin işlerini görür, çocuk ağlamasından uyuyabilirse en fazla bir-iki saat uyur ve tekrar ertesi günkü aynı ritim devam eder. Dayak, yer azar işitir, beceriksizlikle suçlanır, anasına-babasına küfredilir, saygı ve iltifat görmez eziyetin envayisini çeker. Daha bu benim hatırladıklarım. Bunun on katı görevleri olan 20 yaşın altında kara kuru bir sürü zavallı gelinler vardı. Hep başkalarıyla kıyaslanırlar, hep eksileri ön planda tutulurdu. Neyse bu hatıralar gerçekten hepimizin içini karartıyor.

Çevrenin en hamarat, en pratik ve en çalışkan hanımları bu köydeydi. Mısa Onbaşının Gelini Fetiye’ynen Zarifin Elmasın Fadimaatın beş dakgada bi orduya ekmek-aş hazırlardı. Köyün tüm düğün yemeklerini bunlar yapardı. Öyle akıllı ve uzman kadınlar vardı ki, mesela Hacı Memmedin Anşa, gaç yımırtıya gurk yatırırsa yatırsın, heç birini ziyan etmeden cücük çıhattırır, alıcı guşa, kediye, ite gaptırmadan alayıcığnıda ziyansız böyüdürdü. Gapısının önü tavığnan, cücüğnen, boduynan, şibiynen culuğnan kahılıydı. 

Ahirete intikal eden hanımların ölüsünü Topal Kâyanın Firdes yıkardı. Firdes garı aynı zamanda sınıhcıydıda. Golu, bacağı gıçı kırılanlar, hotu çıhanlar, eyağsi denişenler, omuzu çıhanlar hep ona gelirdi. Bulgurlama ve Karalama mütehassısları ise Münevver Özkan ve Salığın Nazik’ti. Kulak-Burun-Boğaz servisinin en uzman asistanıysa Eysanın Fatten’di. Sobada ısısttığı bürüğnen yada gızdırdığı bi melefeynen öyle bi buğaz çekerdi ki, kimseyi iyi etmeden guvermezdi.

Köyün inneci ise Emirin Mısdı’ydı. Tarihi geçmişmi, geçmemiş mi belirsizdi ama bi gağnı Penisilin innesi vardı. Ayrıyeten bi boduç da çoban golonyağsı vardı. Hepsi demirden 2 tane innesini her seferinde kaynatır, herkese aynı inneyle iğne yapardı. Hatta bazen ineğe, danayada aynı iğnelerle iğne yapardı. İnneyi vurmadan eyi bi gaynadır, mikroplarını gırar ve hartadan öyle bi bağıddırarak vururduki, onun iğne vurduğu hastasının figanını tüm köy duyardı.

Tabiiki arada kavga gürültüde olurdu. Gara İsmail, Gooş, Buruğun İlhami, Çıtağan Nadir ve Elvan haksızlığa heç tahammül edemez hemen doğüşürdü. Çıtahlar’ınan Obalar da Komün Onündeki bi tarla için niyeyse bek doğüşürlerdi.

Avratlardan da Obanın Erik, Fattenin Petek, Eriğin Emine ve Şekirenin Mahi’ye kimse çatamazdı. Helede Tiftiğin Hasanın Emine, Emirin Abdıllanın Safiye, Emirlerin Mürüfet ve Arabın Taranın Aniş Arpalığın ve Boyalığın sularıynan garıh-gatıh sularken sıra beklemiye bek tahammül edemez, hemen suyun geverini gendilerinden yana çalardı. “Sıra benim” diyene de kurağnen goyuncu uzadırlardı. Millet, “Aman Emine Nene, Safiye Bibi, Mürüfet Bacı, Aniş Hala tek sen sulada biz ondan soona sularıh.” Deyip gırana çekilirlerdi.

1970’li yıllara kadar köyün nerdeyse tamamı kara yapı dam evlerden oluşurdu. Kimse kimseden çok daha zengin değildi. Bu yüzdenmidir nedir, herkes herkesin evine gönül rahatlığıyla sığar, mahcubiyet ve utangaçlık hissetmezdi. Çamur suvalı kerpiç evlerin muhabbet ve samimiyeti diğerlerinin yanında insanın gönlüne çok daha hoş geldiğini bilirsiniz. İçinde ucuz bi kilim, tahtalı veya seki dediğimiz bir yükseltinin üzerine serili birkaç çapıt minder, duvara çakılı gelinlikten kalma bir halı, döşşeklik veya yüklük dediğimiz mekana dürülü birkaç kat yatak, yorgan, küstüm yastığı, misafirler geldiğinde serilen allı-gullü yün minderler falan filan olurdu. Mutfak diye zaten bi yer olmazdı. Onun yerine helkelik veya bıcahlık dediğimiz rafta üç beş zehen, bir sitil, iki helke, bir veya en fazla iki pahır guşşene, ilağançe, teşt, boduç, desdi vs.den ibaretti. Evin ortasında sağı solu delik teşik teneke bi soba; yanında gurbe laylunuynan kesmik, tezek, çitilgi, kerme; tahtalının altında el ilağni, ırbıh, gapının ardına asılı bi peşgır evin genel döşengisi ve aksesuarlarını oluştururdu.

Buna rağmen bu mütavazi dam evlerin sahipleri, hanesine düğün alayı bile gelse, ordu konaklasa ekmekli aşlı, çaylı gayfeli ağırlamaya yeltenirdi. O zamanki misafirler konuk kimliğiyle başlara taç olurken, ağırlandıkları her mekanda sınırsız bir saygı, ikram ve hürmet görürdü.

İşte bu içi muhabbet ve mutluluk dolu çamur suvalı kerpiç evlerin efsane ustaları ise Hacı Üsüyün, Honhon Osman, Topal Nuru, Abının Ihsen ve Fatdenin Erdal’dı. Bu güzel insanlar Camız Bahri’nin kardığı bol samanlı çamuru, geçgerelerle çekip, tahta kalıplara dökerek gurudur, kestikleri kerpiçlerle o kadar düzgün ve orantılı duvar örerlerdi ki, Rönesans Avrupa’sının mimarlarını bile kıskandırırlardı. Yaptıkları ev, ahır, samanlık, tandır evi ve çırahmanlıklar, çevrede emsalsizdi. Bahçe duvarlarına vurulan siyeçler, depe delikleri, orantılı çörtenler, tandır evlerine eşilen kulle delikleri, çatal gapılar, zerzeler, firekler ve dam peçeleri hep bunların işiydi. 

Başına Yayla’nın çok verimli bir arazisi var. Gızıltepe, Komün Onü, Örendere, Ceyliğin Seki, Ağcemi, Arpalıh, Mezerin Ardı, Armıtlı Tarla, Gôo Gaya, Çığırgan, Çorahlıh ve Çörtlen’e can ekseniz can biter. Bu köyün arpaları, buğdayları ve mercimekleri alım ofislerinde hemen farkedilirken, başına üşüşen eski tüccarlar Alıçlığın ekinimi, veya Ağararmıdın, Çiftçirin ya da Daşlıtarlanın mercimağmi diye kalitelerini tanıyıp sorardı. 

Bilirsiniz ki, bizim oralardaki köy odaları “Adam Yetiştirme Kurumu” olarak bilinir. Büyüklere saygı, küçüklere himaye, yardımlaşma, dayanışma ahlak, görgü ve ikram kurallarının hepsini oralarda öğrenirdik. Oda sahipleri ise her biri sanki birer akademisyen, birer alim, bilge ve böyük adam kimlikleriyle, yönlendirici, eğitici sıfatlar takınarak adam gibi adamların yetişmesine vesile olur, kutsal hanelerine teşrif edenlere sürekli izzet ve ikramlarda bulunurlardı.

Herkesin odası vardı. Osman Çavışın oda sanatsal ve tarihi dekorlarla süslüydü. Gavasın Ali ise bir akademisyen kadar bilgeydi. Haşimlerin, Musambaş’ın, Dereli’nin, Honhon Osman’ın, Kör Adil’in, Çıtağan Eysan’ın ve Gara İsmayil’in odalar gün boyu açık olur, misafiri eksik olmazdı. Edibin Hacı bu güzel geleneği devam ettirmek için geçtiğimiz senelerde yeni bir oda daha yaptı.

Her zaman hazır ve kilitsiz duran bu odalara gelen her misafir, şereflendirdiği haneye bereket getirdiği inancıyla adına ünvanına, variyetine ve nüfuzuna bakılmaksızın eşit şekilde ağırlanır, uğurlanırdı. Köy odalarının her biri birer görgü okulu ve saygı kurumu niteliğindeydi.

Bu köyün tüm güzellik ve zenginlikleri mütevaziydi. Dostluk, komşuluk ve yardımlaşma yürekten yapılırken, herkesin adı ve namı orijinaldi. 

Köyün çocukları Obaların Pınarın oluğunda, Ağcemi’de Hacelinin Havuzda ve Arpalıh’daki Avni Duvan’ın golmekte çimerlerdi. İbaşın Pınarın, Caminin Pınarın, Yoharı Pınarın, Sariyenin Eşmenin ve Garakire Eşmenin suları memba tadındaydı.

Gara Nail’e sadece tarihçi demek yetmez. Tam bir Vakanuvist, jeoloji ve jeofizik uzmanıydı. Tarihi, coğrafyayı, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, topoğrafik bilgileri kendine has yöntemlerle öyle akademik versiyonda yorumlardı ki, şimdiki profösörler eline su bile dökemezdi. Ondan dinlediğiniz tarih ve coğrafya bilgilerinin tamamı aklınızda kalırdı.

Aslında benim nazarımda bu köyün en bilge ve en cevher şahsiyeti  Muzaffer ANAR’dır. Anar Kuru Temizleme Firmasının da sahibi olan Muzaffer bey içindeki memleket sevdası, geçmişine duyduğu merak, köyü ve köylüsü için düşünülen bir güzellik olunca işini gücünü bırakıp, büyük emek ve fedakarlıklar gösteren altın yürekli bir insan. Ne zaman arasak işini gücünü bırakıp sizin için ne yapabilirim diye gönülden koşuşturdu. 

Obaların Selami ve Gara Kemal’da birer bilge ve tarih sevdalıları. Geçmiş zamanları yer, zaman, örnek ve özellik belirterek anlatıyorlar. Tabiiki bizim Yozgat’ın sevimli şivesi arasına arada bol argo ve küfür de karıştırıyorlardı. Üslup ve anlatış özellikleri çok sevimliydi. İkisinin de dilleri çok tatlıydı ama bol küfürlüydü. Tabiiki coğrafya ve demografyayı bir tek onlardan öğrenebileceğimizi bildiğimiz için, onlardan Başınayayla köyüne ait detay bilgiler istedik. Aynen anlattıkları gibi aktarıyorum. Önce Gara Kemal anlatıyordu;

“Yav bu 2. Mahmut Zorlu adammış. Osmanlıyı bu tekrar böyüdecağdi emme nidiyim babası bek guccüğken ölmüş. Emmisimiymiş, gardaşının oğlumumuymuş neyise 3. Selim’i, Mahmıt daha tıfıl, bek guccük, padişahlığı hahedemez  diyi, onun yerine padişah yapmışlar. O da gısır olduğu için böyüyüncü gine mecbur bu padişah olacah aminim diyi seslenmemişler. 3. Selim’de kotü adam dağalimiş. Zorlu adammış.

Obaların Selami’de diyordu ki; “O ara Yeniçeriler Padişahları bek dirliksiz ediyolarmış. Bize para ver, tarla ver, bağ-bosdan yeri ver, mal-davar ver aminim diyi ha bire sıhışdırıyolarmış. 3. Selim’de onlara; “Ula hasiktir gavatgın dölleri milletin malını niye size veriyim aminim” dimiş ve gafası atıncı Yeniçeri Ocağana incir ağacını dikip, yerine Nizam-ı Cedit ocağı diyi yeni bi asgeriye gurmuş. Bunu Yeniçeriler heç hazmedememiş. Uğrun uğrun Padişaha diş biliyolarmış.

Gabahcı Mısdafa diyi mazarrat adamın biri ocağ gapanan tüm Yeniçerileri ve padişaha garşı duran mazaratları toplayıp, “Gelin la şunu indireğan aminim dimiş ve nası etdiyse goca padişahı al aşşağ etmişler. Hemen yerine gardaşı 4. Mısdafayı çıhartmışlar. 4. Mısdafa gardaşı dediysek başga bi garıdan gardaşı. 1. Abdülhamidin bi gağnı avradı varmış. Gayitli sekiz deneymiş, gayitsiz diyosan içeride kahılı..  itine dök. Onun avratların alayıcığnıda toplasan,  Armutlutarlıya, Kırkpınara, Otlukderiye, Cingan Yurduna, Gavurun Tarlıya, Garooza, İbaşın ya da Eminenin Tarlıya bi guversen, vallahi 50 dönüm mercimağ 4 saatte yoldurun aminim. Bi gağnı avradı varmış” diyordu.

            Yav diyorum ya tarihi en güzel yönüyle bu adamdan dinleyeceksiniz. Karnımzın derileri ağrıdı gülmekten. Aslında her anlattığı doğruydu. Fakat tarihi bilgileri küfürlü ve kendine has şivesiyle  anlattığı için bize çok komik geliyordu.

            Gara Kemal anlatıyordu işte.. “4. Mısdafa tahta gelinci Selim’ide, Mahmıdıda kesin aminim demiş. Selimi dutup tavıh keser gibi kesdirmiş amma Alemdar Mısdafa diyi bi paşa hızır gibi yetişip Mahmıd’ı onnarın elinden gaçırıp, gurtarmış. Soğnada Padişahlıh bunun hakkı diyi epiy, uğraşırken uğraşırken geri tahta çıharmış. Babayın anayın aşını içiyim ne zor la bu işler…”

            Uzun uzun bi sövüyordu. Eğer bu işler olmasaymış, Osmanlı İmparatorluğunun Amerika gibi iki devletten daha böyük, daha güçlü ve daha etkili olacağını söylüyor, Dünyada tek söz sahibi ebediyyen Osmanlılar olacağını iddia ediyordu. Aksaklıklar ve aksaklıklara sebep olanlara ha bire sövüyor ve anlatmaya devam ediyordu..

“Mahmıt tahta çıhıncı Nizam-ı Cedidi galdırıyom aminim demiş. Çünkü onların arasına da bi gağnı Yeniçeri girmişimiş. Yerine Sekban-ı Cedit diyi bi asgeriye daha gurmuş, onuda dağatmışlar en sonunda da aha şimdiki asgeriyemiz olan Muhammedin ordusunu gurmuş. (Asakir-i Mansure-i Muhammediye).

Yalınız o ordunun içinde Memmed diyi eskiden galma bi Sipahi varımış, 2.Mahmıd onu bi dutsa buynuzunu gıracah, hotunu sökecek, eyağsini bükecek biliyo… O da bi yolunu bulmuş ve gaçmış aminim. Nası gaçdıysa tâa bizim buralara gelmiş. Kimi diyo 1700’lü yılların orrtalarında gelip Çapanoğullarından aman dilemiş, kimi diyo Çapanoğulları o zamnlar daha yohmuş, Divanlı Beylerinden aman dilemiş.” diyordu.

Gerçi bu köyün kuruluş yılları kesin olarak bilinmemekle birlikte, muhtemelen o günlerde bölgenin hakimi Divanlı Beyleri olsa gerek.

Gara Kemal; Yeniçeri Ocağı kapatılılınca İstanbul’dan gelip, Başına Yayla köyünü kuran Sipahi Mehmet’in Çapanoğullarına geldiğini ve yalvarırcasına şunları söylediğini idia ediyordu; “Gurbanım etmen, şeytana uyup Padişaha garşı geldik, amma ben dinime imanıma vallahi  töbe etdim, beni bi yere guvermeyin, bana mıhatolun. Ağer geri Isdanbıla gönderirseniz 2. Mahmıt anamı belliyecek” dimiş. “Aha şurda malınıza melalınıza baharım, ahırlarınızı kermelerim, dokkü çekerim, bohluh çiğnerim, damlarınızı kurürüm, arh ayıtlarım, bosdan sularım, tırpan biçerim, düven sürerim, ne iş olsa yaparım” diyi yalvarıp yaharmış. Çapanoğlu’da “Padişaha garşı gelinirmi lan, yârin bitin gannansa bize de dikelin aminim dimiş, O da yoh vallahi bişey etmem diyinci geç gözüm görmesin seni, şu horantanı al, daha şoruya get” diyi Topcu’yu gosdermiş. Topculularda get ula biz yadırgı isdemek aminim demiş onnnarda bizim bu yanna defetmiş. O da gelmiş, şimdiki Tahsin OKUR’un evinin onündeki Ali İhsan OKUR’a ait bahçeye yerleşmiş. Zatin orıya Emin Ören derlerdi.”

“Çapanoğlu’da tamam orıya yerleş ne farhediyo, Onnan bunnan dalaşmadan ebedi dayrende duracağsan aha şurda inağni, dananı yay, uşahlarına bah, namısınınan yaşa” dimiş. “Zatin bi yannışını görürsem dalahladırım aminim” dimiş. “Duşganı gırarım, eniler buynuzunu bıdağanı keslerim” dimiş.

“İşte bizim köyü o gaçan Sipahi Memmed gurmuş. Bidene ev yapmış. Dediği gibide efendice çalışmış, ekmağni, aşını gazanmış. Avrada uşağ garışmış. Dallanıp bıdahlanmış. Aradan yıllar sonra 93 harbi çıhmış. Irzıgırıh Ruslar bizim Türkleri bek dirliksiz edinci onlarda yurdundan yuvasından olmuş Anadolu’ya dağalmış, Ordan gelen garipleride bizim köye yerleştirmişler. Köy giderek böyümüş işte.”

Heyecanla anlatıyordu. Biz çok gülüyorduk ama çok düşündürücü ve doğru yorumları vardı.

Obaların Selami “Ben buraların harita koordinatlarına gadar bilirim” diyodu. Ney dedikte bize dediki “Konumu 39° 41' 53.9880'' Kuzey ve 34° 47' 14.9532'' Doğu gps koordinatlarında bulunuruh. Bizim köy Başınayayla, Garuuz Depesi, Çorah Depesi, Topçu, Azizli, Topçu Göleti, Salmanfahılı, Azizlibağları, Guşçu, Böyük Ziyaret Depesi, Şerefoğlu,  Çağsak Depesi, Türkmen, Demirci Deresi, Divanlı, Guccük İncirli, Başıböyüklü, Saraacılı, Seydiyar ve Dohuz Depenin tam ortasında galır. En depe yerimiz Kızıldepe’dir.Posta kodumuz da 66010’dur. Daha ne diyosan söyleyim.”

Evet dediği gibi bu köy 1785-1836 yılları arasında saltanat süren 2. Mahmut döneminde Saraydan kaçan ve Çapanaoğullarına sığınan Sipahi Mehmet adında biri tarafından tek hane olarak kurulduğu kayıtlarda geçiyor. Oğuz Dulkadiroğulları Kabilelerinden Bekdik Türkmenlerinden ve 93 Harbi dediğimiz 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı mağduru Kafkas göçmenlerinden de takviye edilince nüfusu artıyor ve büyüyor. Hatta yakın yerleşim yerlerinden de tek tük ailelerin gelerek yerleştiği de biliniyor. Ayrıca söylediği koordinatlar ve tüm coğrafi konumlar da doğruydu.

Tabiiki aradan yıllar geçmiş. Hısımlık, akrabalık, düğünler ve evliliklerle hepsi birbirine karışmış ve sen şu oymaktansın, ben bu oymaktanım diyebilecek, iddia edebilecek kimseler kalmamış. Herkes her obanın bir ferdi ve sülale devamı konumuna girmiş. Cumhuriyet dönemindeki soyadı kanunu insanları farklı farklı oldukları için değil, kim hangi soyadını istediyse onu vererek belirlemiş. Kökende hepsi birbirinin öz akrabası.

Ama sülalelere göre verilen bazı soyadları ve aile lakaplarına bakarsan bu köyün birkaç hanesi dışında genel olarak 4 kurucu oymaktan oluştuğu varsalıyor.

Bunlar kesin bilgi olmamakla beraber, 

  1. Sipahioğulları
  2. Obalar (Kelbekirler)
  3. İmamlar
  4. Çömezler  diye biliniyor.

Hısımlık, akrabalık bağlarıyla birbirlerine karışan bu sülaleleri, soyadlarıyla kategorize etmek gerekirse, Siphahioğulları Oymağını Zararsızlar, Okurlar, Kızıltepeler, Ceylanlar ve Kalınlar; Obalar Oymağını Kaylesizler, Çıtaklar, Karataşlar, Fidanlar, Çalışkanlar, Ekinciler, Sağlamerler; İmamlar Oymağını Emirler (Anarlar), Seyhanlar, Laleliler, Bulutlar, Ünverler, Şahinler (Keladilin Abdullah), Atpınarlar (Kadirler, Ceyhanlar; ve Çömezler Oymağını da Özkanlar, Eroğlular, Canlar (Mannagil), Tosuncular(Özkanlar), Muratlar ve Soyaslan’lar oluşturuyor.

Elbetteki  Anadolu coğrafyasına hakimiyet sağlayan Türkler 1071 Malazgirt Savaşı sonrası akın akın gelip yerleşmeye başlamışlar, ardından püskürtme amaçlı Bizans ve haçlı saldırıları ile sık sık mobil yerleşkelere maruz kalmışlar ama 1176 yılındaki Türklerin Anadolu’ya kesin ve köklü hakimiyetinin başlangıcı kabul edilen Miryakefalon Savaşından sonra Türkistan coğrafyasından gelen obalar yerleşik hayatlara geçmişler.

            Yerleşik hayat dediysek tam anlamıyla keyifli ve güvenli bir hayat değil tabiiki. Defalarca savaşlar, saldırılar, göçler ve huzursuzluklarla yine sık sık yerleri değişmiş.

Başına Yayla Köyü de bu badirelerden geçmiş, dönem dönem ve farklı farklı coğrafyalardan ara ara gelen mağdur göçmenlerin iskan edildiği  bir köy olmuş.

Kayıtlarda geçen ve Oğuz Dulkadiroğlu Beyliklerinden göçen birkaç mağdur ailenin, Çamlık ormanlarının kuzeyindeki Kızıltepe eteklerine yerleştirildiği söyleniyor. Bekdik Türkmenlerinden oluşan bu ailelerin, Osmanlı Dulkadiroğulları arasında geçen iç isyanlara konu olması nedeniyle  zorunlu göçe maruz kaldıkları yazılı. O zaman bu köyün kurulması Sipahi Mehmetten daha önceki tarihlere uzandığı da varsayımdır.

Ayrıca, Tiftikler’in Hamzalı Köyünden; Dereligil’in (Cankurtaranlar) Yerköyden; Demirler’in Bayburttan; Pala’ların (Kürt) Buruncuk Köyünden; Deniz’lerin Çorum Alaca Höçükler Köyünden; ve Bozlaklar’ın Aydından geldikleri bilinmektedir.

Çerkez, Kavaslar, Sultanın Mahmut, Musa Onbaşıgil (Çiftçi, İldemir, Kayaaslan, Kaya, İbiş, Biçer, Bolat, Çelik, Başpınar, Karaaslan(Sülükler), Türk, Asiltürk,(Kaylesizlerdi soyadlarını Asiltürk yaptılar), Kılıçerler gibi ailelerin tam anlamıyla göç güzergahları ayrı ayrı Balkanlar, Kafkaslar ya da Kuzey Suriye olarak tahmin edilse de tam olarak bilinmemektedir.

 Yav şimdi tarih anlatmak elbetteki insanı biraz sıkar. Paleotik, Mezolitik, Neolitik, Kalkolitik vs. vs. Anlat anlat bitmez. Ondan sonra başlıyorlar işte nasıl emin oluyorlarsa Hitilter, Frigler, Persler, Medler, Kimmerler, Galatlar, Trokmiler, Deniz Halkları vs. vs. Hepside emin olun uyduruk bilgiler. Helede harita ile gösterilen tarihlerin hepside uydurmasyon. Hâa şöye olabilir. Arkelojik kalıntılar ve uluslararası otoriteler tarafından tahminler birleştirilir ve ortak bir akılla tam olarak sınır çizilmesede bölgeler üç aşağı, beş yukarı tarif edilebilir.

Norecağnizsiz bilinmeyen hayali tarihi. Norecağniz eski hanları, kralları. Biz gözümüzün önünden akıp giden yakın tarihi, asıl medeniyeti ve asıl kralları anlatalım. Başına Yayla köyünde gönlüyle, yüreğiyle, emeğiyle, saygısıyla, hörmetiyle yaşayıp, medeniyetin en değerlisini getiren, güzelliğine güzellik katan fazilet erbabı cömert insanlar olan Cıncıh Memmed, Hatının Memmed, Tiftiğin Gıllı Ali, Meyremin Gozel, Goca Üsüyün, Gara Behçet, Gıllı Yusuf, Çahır Çalışkan, Salığın Hasan, Memidik, Tosuncunun Mahmıt, Sahallı Mısdafa, Kor Memmed, Sarıbaş, Sölpüğün Hasan, Çöpcünün Bahri, Dönenin Ahmet, Yağbın Ali, Cino Hacömer, Gamerin Ali, Şemşinin Me mmed, Gocanın Halil, İzetin Gozel ve Gara Yağap gibi gerçek kralların yaşattığı uygarlığı, medeniyeti ve güzellikleri anlatalım.

Emin olun 1970’li yıllarından beri tanıdığımız bu insanların çoğunu biz bile unuttuk. Renkli kişilikleri, orijinal muhabbetteki lakapları, yüce gönülleri ve cömert sofralarıyla bilinen bu efsane değerlerimizin unutulmaması için önce lakaplarını, sonra hatıralarını ve sonrada eşsiz gönüllerini sık sık konuşalım, yazalım ve birbirimize anlatalım. Öyle insanları bundan sonra ne siz nede bizler bulabiliriz. Ayrıca hiç birimiz bu eşsiz değerlerimizin, akrabalarımızın lakaplarından gocunma cehaletine düşmeyelim ve hepsini de lakaplarıyla hatırlayıp asaletletleriyle övünelim.

Gerçek tarih bu. Gerçek medeniyet, imrenilir uygarlık bu. Başına Yayla köyünün sahip olduğu tüm mütavazi varlık ve özellikler, tevazu ve erdemle birleşince paha biçilmez yükseklikte bir zenginlik ortaya çıkıyor.

Herşeyi, her özelliği güzeldi bu köyün. İnsanları, doğası, bitkileri, hayvanları, ürünleri, emekleri, sanatları, kuşları, kelebekleri, çiçekleri hepsi de özeldi ve mütevaziydi.    

Abının Eysanın, Gara İsmayilin ve Çıtağan Üzeyir’in itleri bek yavuzdu. Gapılarının önünden kimse geçemediği gibi, herhangi bir adama bi ılgasın, yıhdınmıydı hooddürerek buğarlardı. Gerçi kimseye, heç bi gonşuya zararları dohunmadı ama tedbirler tabiiki karşılıklıydı. Bölgeden kontrolsüz geçilmemesi için yavuzlukları ve varlıkları her zaman caydırıcı bir kuvvetti.

Obaların Selami köyün berberiydi. Geleni gideni 4 yımırtıya tıraş eder, amma makinesi eski olduğundan milletin gafasını alabula bırakırdı. Bi de hep çektirerek keserdi. Tıraşı bitenin gözleri gan çanağna dönerdi. 

Arpalıh’daki Cinni Gavağan ve Goru’daki Dede’nin önünden geçerken herkes dua ederdi. Yeni yürüyen bebekler, dili peltek ve zor konuşan çocuklar, ağrısı derdi olan kadınlar, erkekler vs. hepside Dede’ye getirilir, dua ve niyazda bulunulur, şifa umulurdu.

Adilin Efendi’nin ve Gara Nail’in dağermenlerini ben size nasıl anlatayım. Topcu’dan, Erkekli’den, Guşçu’dan, Salman Fakılı’dan, Divanlı’dan ve Azizlibağları’ndan gağnılara, at arabalarına yüklenen çuvallar, eşşeklerin üstüne atılan seklemler ve o ortamın feyzi ve neşesine ortak olmaya gelen onlarca sohbet insanı, un öğütmeye gelenlerle saatlerce hasbıhal ederlerdi.

Dağermenlerin önünde biriken eşşeklerin anırtısı, oküzlerin hoörtüsü, atların kişnemesi, sıra ve süre kavgaları, tatlı sohbetler, candan muhabbetler, neşeli oyunlar ve farklı ortamlarıyla tam bir curcuna yeriydi. Burda oluşan kalabalık köye ayrı bir canlılık ayrı bir bereket getirirdi.

Başına Yayla’dan hergün Yozgat’a münübüs kalkardı. Mannanın Alinin Velican, Gağancının Abdulgadirin Nizam, Naimin Osmanın Metin ve Emir, münübüslerine insanlarla beraber bir sürü öte-beri yüklerlerdi. O zamanlar evler çok kalabalık olduğu için alınan nevaleler kilo ile değil çoğu batmanlarla ölçülerek satılırdı. O münübüslere neler yüklenmezdi ki; Büyük çuvallarla mal yemleri, gırma yem çuvalları, böyük tüpler, gurbe layhlunları, zavar unu torbaları, daş duzlar, geçi, goyun, tavıh, culuh, bodu, şibi, it, toğomluh zahireler, daha neler neler... Hem çok yer kaplayan hemde ağır ve zahmetli olan bu yüklere münübüs saapları dahil hiç kimse itiraz etmez, “Ehdiyaç mecbur alacah.”diye hepside anlayış göstererek saygıyla götürür-getirirlerdi. Münübüslerin içinde geçi-goyun melemeleri, it hırlamaları, adam bağrışmaları, çocuh ağlamaları neler nelerle karşılaşırdınız.

Bu köyde görev yapan tüm kamu görevlilerine sonsuz saygı ve itibar gösterilirdi. Gazi ŞAHİNER 40 yıla yakın imamlık görevi yaparken, öğretmenler Ali ÖCEK, Dursun SAYGI, Davut Hoca, Vakkas Hoca, Şükrü Hoca ve Zekeriya Hoca aradan yıllar geçmesine rağmen minnet ve şükranla yâd edilirler. 

Diyorum ya, bu köyün çok hatır-hürmet bilen vefalı insanları vardı. Hepsi birbirine yürekten ilgi göstererek yardım ederlerdi. Özellikle İmamlardan Naimin Eysanın Ahmet ve Şıhın Zilfi bir köylüsünün maruzatına ilk koşan, garibin, gurebanın elinden merhametle ilk tutan insanlardı. Onların asalet ve şahsiyetleri her zaman saygı ve hürmetle anılır.

Devlet kademelerine de çok saygın insanlar yetiştirdiler. Dürüst, beyefendi ve saygın karakteriyle basın camiasının en sevdiği değerlerinden Ulusal Ajans Uzmanı Abdullah ŞAHİN bu köylü. Ayrıca Zeytanların Hüsamettin’in oğlu Abdül Muttalip Zararsız ile Abbasın Mesut’un oğlu Hakim Abbas DEMİR; vatansever, adil ve ilkeli tutumlarıyla  yetişmiş kıymetler olarak bilinirler.

 Milletvekilliği de yapan Zeytanların Ömer Lütfi ZARARSIZ’ın oğlu Mehmet Emin ZARASIZ Başbakanlık Müsteşarlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı da dahil bir çok üst düzey görevlere kadar yükseldi. Okul Müdürleri Çömezlerden Muammer ÖZKAN, Mustafa SEYHAN, Aydın SEYHAN, Nihat SOYARSLAN, Daire Başkanı İsmail ÇALIŞKAN, Emniyet Müdürü Mustafa SOYARSLAN, Müfettiş Osman EROĞLU, Albay Hasan TOKUŞLU gibi seçkin kıymetler eğitim, denetim, güvenlik, basın, bürokrasi vs. gibi bir çok alanda elit hizmetler ürettiler.   

Tosuncunun Beşir’in oğlu Halil ÖZKAN, vefası, görgüsü ve beyefendiliğiyle Ankara’daki Yozgatlıların en sevdiği bürokratlardan birisidir. Ankara Başına Yayla Köyü Derneğinin Başkanlığını da yapan Zilfi Şıhın oğlu Mehmet BULUT; fedakar hizmetleriyle köyünün ve köylüsünün adını her yerde yücelten çok kaliteli bir insan.

Salığın Hasanın Torunu Av.Hakan KAYAASLAN uluslararası üne sahip elit bir hukukçu. Derelinin Memidiğin oğlu Hülusü CANKURTARAN ise Ankaranın en dürüst esnafları arasında yer alan ünlü bir galerici. Ayrıca İstanbulda ticari faaliyetlerle uğraşan Şema Dizayn’ın sahibi İhsan ÇITAK, Ünlü Perdeci Hacı FİDAN, Mobilyacı Tavabil BULUT, Nakliyatçı Sedat ÇITAK ve Anar Kuru Temizleme Firmasının Sahibi İmamlardan Naimin Eysanın Ahmet’in oğlu Muzaffer ANAR Marmara Bölgesinin seçkin esnafları arasında yer alıyor.

Ülkemizin en donanımlı bürokratlarından Gençlik ve Spor Bakanlığı Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Akif OKUR’un hizmetleri ve projeleri dünyanın seçkin ülkeleri tarafından model alınıyor ve emekleri hayranlıkla izleniyor. Sürücü Kursu Sahibi Mustafa BULUT ve ünlü vaizlerden Öğretim Görevlisi Ali İhsan OKUR ise alanlarında seçkin değerler olarak bilinir.

Ankara Derneği Başkanı Mehmet BULUT ile Feti KAYLESİZ, Hüseyin KAYAASLAN, Hasan BULUT, Osman FİDAN, Dursun BULUT, İsmail ÇALIŞKAN, Vedat ÇİFTÇİ, Bülent KAYLESİZ, Abdullah ŞAHİN, Mehmet ÜNVER, Süleyman İBİŞ, Sami CEYHAN, Rifat KAYLESİZ, Hasan ÖZKAN, Mümtaz KAYLESİZ, Rafet İLDEMİR, Hasan İLDEMİR ve İsmail ASİLTÜRK gibi köyünü, köylüsünü ve Yozgatımızı yürekten seven insanlar, dürüst kişilikleri ve samimiyetleriyle hemşehri kimliğimize her yerde saygınlık kazandırıyorlar.

Bu güzel insanlar ekonomik, sosyal, kültürel, geleneksel ve kabul görmüş tüm görenek ve törelerimiz doğrultusunda o kadar zahmetli emeklerle köylülerine ve şehrimize hizmet veriyorlar ki, Ankara’da, İstanbul’da faaliyet gösteren başka illere ait dernekler bile onların çalışmalarını örnek alıp uyguluyorlar.

İstanbul Başına Yayla Derneği, devasa metropol kentin her yerine dağılmış köylülerini Arabaşı, piknik, şölen gibi özel gün ve gecelerde sık sık biraraya getiriyor ve çok güzel etkinlikler yapıyor. Esenler Yozgatlılar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin de başkanlığını yapan Sedat ÇITAK, yönetimindeki Mahmut FİDAN, Sosyal BAŞ, Cengiz ÇELİKEL, İbrahim ÇITAK, Ercan ÇITAK, Halis DENİZ, Numan İLDEMİR, Muzaffer ANAR ve Çınar KAYLESİZ gibi birbirinden değerli insanlarla beraber unutulmaz güzelliklere imza atıyorlar.  

Sedat ÇITAK Başkan, köyünü ve köylüsünü anlatırken çok gururlanıyor. Diyorki bu memleketin en vatansever insanları benim köyümden çıkar diyor. Çanakkale’de, Yemen’de, Ganiçya’da, Kafkasya’da, Makedonya’da ve Kanal Cephelerinde bir çok şehidimz var. Çok yakın zamanlarda Güneydoğu’daki hain teröre 2 fidanımız daha gitti. Bayram KARADAŞ ve Ali BAŞPINAR’ın acıları yüreklerimizde taptaze duruyor. Dedi.

Aradan yıllar geçmesine rağmen adları ve emekleri saygıyla anılan çok efsane muhtarları var. Efendi Mustafa AKPINAR, Naimin Metin ANAR, Şehit Babası Avni KARATAŞ, Nizam ÖZKAN, Sarıbıdığın Celalın Yaşar, Gara Nail SAĞLAMER, Loklü Memmed ve Özel Kalem Müdürlüğünü Veyis Çavuşun yaptığı ve kesintisiz 40 yıl görev yapan Obanın Osman ÇAVIŞ; muhtarlıkları dönemlerinde çok saygın hatıralar bıraktılar. 

Sporda, sanatta, bürokraside, yönetim kademelerinde ve zanaatta da çok yetenekli değerleri var. Özellikle sporda süper lig takımlarında bile futbol oynayabilecek cevval gençleri var. Veyis Çavışın Metin, Gıl Yusufun Vedat, Yanıh Memmedin Çetin, Kor Feridin Lifat, Celalın Bekirin Uğur ve Şekirenin Halis’i maç yaparken bi görün, Messi’yi, Ronaldo’yu niye seyrediyoruz dersiniz.

Öyle güzel futbol oynuyorlar ki, helede İstanbul’dakiler. Emin olun Fener’e, Galatasaray’a, Beşiktaş’a, Başakşehir’e kafa tutacak yetenekteki Çınar KALESİZ, Kenan KAYLESİZ, Bekir SAĞLAMER, Hasan SAĞLAMER, Kemal KAYLESİZ, Ahmet Fidan, Ali CAN, Sinan KAYLESİZ, İhsan ÇITAK, Serhat ÇITAK, Hamdi ÇITAK, Numan İLDEMİR, Nurullah İLDEMİR, Harun KAYA, Mustafa DENİZ, Osman SAĞLAMER, Ethem KARADAŞ, Necdet KARADAŞ, Murat KARADAŞ, Bekir KARADAŞ, Kemal KARADAŞ, Samet ÜNVER, Muhammed İLDEMİR, Yusuf KARADAŞ, Murat KIZILTEPE, Mikail KIZILTEPE, Erkan DENİZ, Özgür DENİZ, Yaşar ASİLTÜRK, Yaşar ÖZKAN, Kadir İLDEMİR, Hacı Veyis KIZILTEPE, Murat ÜNVER, Özcan ÜNVER, Metin ÜNVER, Selçuk ÜNVER, Musa ÜNVER, Kadir KILIÇER, Yaşar DERELİ, Enes ÜNVER, Sedat ÇITAK, Murat ÇITAK, Nuri ÇITAK, Harun CEYLAN, Hacı FİDAN, Mahmut Fidan, Engin ÖZKAN, Nadir ÇITAK, Serdar İLDEMİR, Mustafa ÇITAK, Sefa İLDEMİR, Coşkun KAYLESİZ, İlyas ÇITAK, Murat ÇITAK, Eren SAĞLAMER, İbrahim ÇITAK, Serdar KARADAŞ, Fatih ÇITAK, Taner KAYLESİZ, Ziyat KAYLESİZ, Yunus İLDEMİR, Efkan KAYLESİZ ve Yaşar KARADAŞ adlı Başınyaylalı futbolcuları bi görseniz, Şampiyonlar ligine yükselmeyi bile hedeflersiniz. 

Bu köyün tüm insanları cesur ve mücadeleci bir ruha sahip. Pratik zekaları ve kendinden emin tavırlarıyla her türlü riski tereddütsüz uyguluyorlar. Örneğin sağlık hizmetleri konusunda bile isabetli ve bilge teşhisler koyan ve cesaretle uygulayan insanları vardı. Örneğin Dişçi Ali köy köy gezer, elindeki çivi kerpeteniyle diş çekerdi. Adamın ağzında iltihap mı var, enfeksiyon mu kapmış, kalp sağlığı yerindemi, yaşı, kilosu, kan değerleri ve omurga yapısı uygunmu hiç tereddüt etmeden hiç bakmadan kaç tane çürük dişi varsa hepsinide demir penseyle veya kerpetenle çekip çekip kotelerdi. Üstelik paslı kerpetenle çektiği alanı dezenfekte bile etmeden “Haydi geçmiş olsun.” der adamları guverirdi. Allah koruyodu galiba tüm insanları. Ellerinde ölen yada müzmin hastalıklara yakalana kimse olmadı. Şimdi olsa kerpeteni görenin akıl sağlığı da dahil her türlü enfeksiyonel rahatsızlıkların hepsi birden nükseder.

Başına Yayla ve çevre köylerdeki tüm insanların diğer sağlık sorunları da emin ellerdeydi. Gözünde it dirseğa çıkan, gızıl yurük olan veya gafasını çititmek isteyenler İbaşın Satı’ya  gelirlerdi. İbaşın Satı önce tavanın altını kızdırır, Gızıl Yurük olanın suratına coss diye basarak, parpılar ve tukürürdü. Günde en az 3-5 kişi Satı Garıya tuküttürmiye gelirlerdi.

Diyelim ki, köyde bir haberin duyurusu yapılacak.. Hemen köyün Dellacısı Çerkezin Hacı devreye girer ve cami haporlörlerinden millete duyururdu. Mesela, “Duyduh, duymadıh dimeyin, malları ekinlere guvermek yasah. Ağer mallarınızı ekinlere goyurusanız, gulağnı, guyruğunu keseciğik. Başınıza geleceklerden biz mesul dağalik.” Diye kendine has üsluplarla bağırarak bilgilendirme yapardı.

Ramazan günlerinin neşesi ve paylaşımı mükemmel ötesiydi. Herkes pişirdiği yemeği komşusuyla paylaşır, birbirlerini sofrasına davet ederlerdi. Akşamları eşgilenen hamırlarla gece tandır evlerindeki sacda öyle bi bazlamalar edilirdi ki; tereyağyınan yağlanır, gaysi, erik, armut ve elma hoşafıynan yenilirdi. Zöhürde tenekeyi köyün Hashasları Şekirenin Lomen ve Hariyenin Aşıh Arif çalardı. Geceyi delen teneke seslerine it ürmeleri, eşşek anırmaları, inek hoörmeleri, at kişnemeleri ve horuz ötüşleri de karışınca Başına Yayla düğün yerine dönerdi.

Dişci Alinin Sucu Yaşar, Aşıh Arif, Erdalın Ihsen ve Lomenin Taner muazzam türkü çığırırdı. Bu köyün Düğünleri de dillere destan olurdu. Kendirin Kehribar ve Kendirin Ömer ellerinde hâbeyinen okuntu dağıtmaya başlayınca, anlaşılırdı ki çok yakında bir düğün olacak.

Ohuntu dağıtma ve Hâbe Dönderme geleneği herkesin anlayış ve saygı gösterebileceği bir detayda incelik isteyen ayrıntılar gerektirirdi. Konu-komşu, eş-dost, yakınlık-uzaklık kriterlerine göre hukuki dereceler, köy büyükleri ve resmi görevlilerince, layık görülen hediye ölçütlerine olması muhtemel herhangi bir kınama veya olumsuz eleştiriyle karşılaşılmaması için karşılıklı saygıya dayanan kategori stratejileri belirlenirdi.

Hâbe Dönderme hediyeleri genellikle yakın akrabalara, köy hocasına, gaham ve hısımlara bodu-culuh; sınarlara şibi, tavıh; gonuya, gonşuya ise bi galıp sabınnan, 1 metiro çit şeklinde olurdu. Diğer tüm tanıdıklara ise gabıhlı fısdıh, sormuh şekeri, leplebi, sarı üzüm, gara üzüm, gınalı şeker vs.den ibaret bir avuç kuruyemiş karışımı Ohuntu adında verilir ve davet ederlerdi.

Adı okunan herkes, “Allah hayırleylesin” diyerek, bir sürü geleni gideni olacah düşüncesiyle düğün günlerine rastlayan sağanlarını, ağartılarını düğün evine iletirlerdi. Herkes ama herkes düğün sahiplerine moral vermek için “Allah gınıyanın başına versin yavrım, düğünün gusuru çoh olur, gormiyeceğaniz, duymayacağnız” diye bugün bile en eğitimli insanların gösteremeyeceği erdem ve tevazuyu gösterirdi.

Köy yerleri asaletli insanlarla doluydu. Düğünlerde, düzgünlerde anlayışsız ve hoşgörüsüz birisinin çıkma ihtimali çok düşüktü. Çıksa bile herkes tarafından kınanır, ayıplanır ve dışlanırdı. Evlilik müessesesinin kutsiyetini herkes bildiği için sonsuz ve sınırsız bir saygıya bürünürlerdi. Herkes ama herkes gelin, damat ve düğün sahiplerine yüksek bir itibar ve kıymet verirdi. İşte bu yüzdendir ki, köy evlilikleri bir yastıkta ihtiyarlık ve ölümle biten sadakatli törelerle süslü kutsal güzelliklerle dolar ve temeli sağlam olurdu.

Aslında köy evlilikleriyle ilgili şöyle bir yorum yapmak istiyorum. Aile eğitimi dışında hiçbir eğitim almamış, töre ve geleneklerine bağlı olarak yaşayan Anadolu delikanlıları ile yine ilkokul harici kurum eğitimi almamış, evden dışarı çıkmayan oldukça içine kapalı köylü kızları baba-anne ve konu komşu referanslarıyla birbirlerine yakıştırılır, görücü usulüyle evlendirilirdi.

Şimdiki gibi atı, katırı, yatı, dairesi, arabası, işi, gücü veya variyeti varmı diye sorulmadan, Allah’ın rızkı boldur, himayesi kesindir güveniyle nişanlanır, düğünleri yapılırdı. Elbetteki sonradan yaşayacakları muhtemel aksaklıklar, binbir çeşit yokluk, sefalet, fukaralık ve kaçınılmaz sonuçlar nedeniyle zor koşullarda gurbet yollarına düşülürdü.

            Güçleri ve gelenekleri nispetinde beraber çalışır, beraber didinirler, çocuklarını aynı zorluk ve sıkıntı içerisinde büyütürlerdi. Ama her şart dahili altında sadakatlerini asla yitirmezler ve namusum, onurum diyerek birbirlerine sıkı sıkıya bağlanırlardı.

            Şimdi görüyorsunuz. Oğlan tarafına da, kız tarafına da atını, arabasını alın ne yaparsanız yapın ne verirseniz verin, ne bağışlarsanız bağışlayın, isterseniz son model arablalarıyla birlikte 4 daire de üstüne verin, tüm evliliklerin hepsi memnuniyetsizlikler içerisinde çatırdıyor, saygı ve sabır anında yok oluyor. Yani demek istediğim köy yerlerinde her türlü sefalete karşı etkili bir direnç, tüm aile çatılarında ise kutsiyet vardı. Vefa ve sadakatin en yükseği, kaderin yazgısı olarak bilinen aile kurumuna gösterilir ve bu mübarek çatının yıkılmasına asla müsaade edilmezdi.

            Eski düğünlere gelince….. Yav o düğünler o kadar neşeli, o kadar muhabbetli olurdu ki. O keyiften, o neşeden herkes nasiplenir, herkes ama herkes samimi dua ve dileklerle bu mutluluğa paydaş olurdu.

Başına Yaylalıların memleket özleminin bambaşka olduğunu herkes bilir. Bu köylü olupta, kim hangi makama, hangi mevkiye, hangi statüye yükselirse yükselsin, tatil için ne Antalya’ya, ne Kıbrıs’a, ne Havai Adalarına, ne de Paris’e giderler. Onların en güzel tatil yeri her sene Başpınar, Tekkeşin, Keh Gôgaya, Kızıltepe, Alıçlık, Arpalıh, Beşpınar, Alim Pınarı, Boyalıh, Çığırgan, Sapdere Çirçir, Armutlutarla, Kırkpınar, Otlukdere, Cingan Yurdu, Gavurun Tarla, Garooz, İbaşın Tarla, Taş Ocağı, Keh Tarla, Gara Kire, Sapdere, Örendere, OdunluMezer, Çalılı Mezer, Beşiktepe, Atpınar, Tilki Deliği, Celilin Seki, Ziyaret, Bal Gayası, Kom Yeri, Dört Yol, Koru, Dede, Armudun Seki, Topah Daş, Deve Vadisi, Dere Tarla, Cuma Yurdu, Cinni Gavah, Latifin Bağlar, Kol Bağları, Salık Dere, Kanlıbağ, Ortak Ceviz, Susa, Gale, Başpınar, Arpalıh, Su Durağı, Harman, İbilinin Çeşme, Çanahlı Tarla, Höyük Bekmez Toprağı, Arabın Çalı, Zeytanın Dere, Setenin Başı, Bayguş Deresi, Gumlu Dere, Gumbağ, Su deresi, Sarı Bıdığın Yamacı, Sulu Tarla, Sulah Yurdu, Gani Yohuşu, Ganlı Bağ, Sarıbıdığın Bağlar, Arhaç, Çerkezlerin Bağları, Gırtılın Guyu,   Buğa Damı, Su Deposu, Gaypancıh Gayası, Trafo, Köprü ve İbaşın Pınardır.

            Buralar özellikle yaz aylarında çok kalabalık olurdu. Köyün meydanı sanki Kızılay meydanı gibiydi. Çol, çocuk bakkaların önünde oynar, koyun kuzu, inek dana, bahçe-bosdan, dağ-daş bir acayip şenlenirdi.

Köyü, köylüsü için hiçbir yardımdan kaçmayan ve hiçbir desteğini esirgemeyen cömert işadamları var. Züccaciyeci Murat KIZILTEPE, Döşmeciler Ömer DENİZ ve Mustafa DOĞRU, Mobilyacılar Özcan ÜNVER ve Üzeyir ÇITAK ile Nakliyeci Cengiz ÇITAK cömert gönülleriyle hatırı sayılır ikramlarda bulunuyorlar.

Ayrıca Belçika’dan Metin KAYLESİZ, Hollanda’dadan Bekir EROĞLU, Avusturya’dan Duran ÜNVER, Almanya’dan Murat ÖZKAN, Cavit AKPINAR ve Battal ŞAHİN gönlü güzel, cömert ve has karekterli insanlar olarak köylülerinin yüreğinde yer alıyorlar.

Köy tukenlerini ben size nasıl anlatayım. Köyde zamanın ihtiyaçlarına binaen içinde nostaljik ürünler barındıran içleri naftalin kokulu, toprak yapılı birbirinden albenili tüken dediğimiz bakkallar vardı. Salifin, Sarıbaşın Gozel’in ve Sadettinin Haceli’nin sahip olduğu bu bakkallarda güncel ihtiyaçlara özgü satışlar yapılırdı. Tahta raflara dizili püsgut, lohum, sormuh şekeri, sadırazam, gırıh leplebi, lamba şişesi, gaya şekeri, eflatun gutulu 100 gr’lık çay pakitleri, don lasdiği, tığ, ören bayan yumahları, masıralar, bürükler, makarnamalar, vita yağ, sanayağ, sabah yağ, renkli renkli laylun kadın ayakkabıları, gıslavetler, soğukguyu ayaggabılar, horuzlu şekerler, mantar dabancası, Feza marka dabanca mantarı, lamba fitili vs. gibi şeyler satılırdı.  

Çocuklar hep bakkalların önünde oynar, hayran hayran içeriyi seyrederlerdi. Bazı günler atının terbiyesinden tutup, şinanayının şıngırtısı ile içinde rengarenk öteberi oyuncak, iğde, geçi boynuzu, kızlar için işlengilik malzemeler ve türlü aklsesuarlarla dolu üstü örtük, at arabalarıyla çerçiciler gelirdi. Köyün uygun bir meydanına durur, atının boynuna saman torbasını takar, oraya bir çul serip tezgah açarlardı ki, köyde çol, çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek ne kadar kişi varsa mahşeri bir kalabalıkla başına birikirlerdi.

Hepsi naylondan olmasına rağmen, sattıkları her şey hayallerimizin süsüydü. Laylun tahsi, tekerli horuz, vagınatlı motur, dingilli gamıyon; gız uşahlarına bebekler, serum lastiğinden sapbanlar, mantar dabancaları, laylun düdükler, gırıh leblebi, geçi boynuzu, iğde vs. getirirlerdi. O kadar mütevazi ve gönülleri hoştu ki, koyun yünü, keçi kılı, gaysi çiğidi, laylun esgisi, alemiyon esgisi gibi argümanlarla takas eder, kimseyi parası yok diye horlamazlardı.

Tukenlere ve çerçicilere vermek için yazıyı yabanı gezer, çalıya, çırpıya takılmış koyun yünleri toplardık. Arada teklettiğimiz goyunların sırtından yünlerini yolardık. Çerçiciler, bir köy odasında misafir olup kalmazsa, akşam karanlığı basmadan tezgahlarını toplar, süslü at arabalarıyla çocukların hayallerinide de peşlerine takıp, başka bir köye doğru aşar giderlerdi kızıl ufuklu tepelerden.

Gros marketler, AVM’ler, ışıl ışıl hediyelik eşya dükkanları, farklı farklı teknolojik oyun ve oyuncaklar satan dükkanlar, ne satarlarsa satsın, ne yenilik getirirlerse getirsinler hiç birisi çerçicilerin getirdiği laylun oyuncakların verdiği mutluluğun zerresine bile ulaşamazlar. Şimdi anlıyorum ki o güzel çerçiciler bir at arabası dolusu mutluluk getirirmiş bizlere.

İlginç bir şey daha söyleyeceğim. O zamanki çerçiciler, köydeki bakkallarla hemen hemen aynı ürünleri satmalarına rağmen, hiçbirisi çerçicilerin gelmesine itiraz etmez, “Herkes nasibini yer.” diyerek erdem, tevazu ve hoşgörü gösterirlerdi. Şimdi bir işletmenin önüne küçük bir işportacı bile gelse nerdeyse cinayetle sonuçlanan kavga ortamları oluşuyor.

Avni Duvanın kahve İstanbul’daki Pier Loti kahvesi kadar ünlüydü. Orda çay içmenin ayrıcalığı bambaşkaydı. Onun çayı, çay tabağı, Erzurum gaya şekerleri ve güleryüzü lezzete lezzet katardı.

Bu köydeki Obalar, Çıtahlar, Emirler, Musambaşı, Gadirler, Zeytanlar, Haşimler, Topal Nuruğul ve Tiftikler Yozgat bölgesinin genelinde bilinen saygın sülalelerdi.

Gağancının Yaşar’ın, Taran’ın, Sadığın Muhlüs’ün, Sadığın Mısdının atları ve arabaları İngiliz Kraliyet törenlerinde kullanılan tören arabaları kadar gösterişliydi.

Eskiden kimyasal katkılı sabun, soda, tursil, deterjan ve değişik temizlik argumanları bugünkü kadar yaygın değildi. Doğal ortamından çıkarılan kil, banyo dahil her yerde kullanılırdı. Saçları ipek gibi yapar, cildi yumuşak ve parlak tutardı. Gerçi biyazlı melefeler biraz morumsu hale dönüşürdü ama, kil toprağı çok sağlıklı ve tamamen doğaldı. Emirin Cemal at arabasıynan getirdiği bu killlerin bir batmanını bir çinik buğdaya verirdi. At arabasıynan  köy köy dolaşır ve en has killeri o satardı.

Yüksek rakımdaki konumu ve kaliteli oksijeni nedeniyle bu köyün tüm hayvanları semiz ve sağlıklıydı. İneklerin memeleri paçalarına sığmaz, çılgın tosunların vuruşmalarını kimse ayıramazdı. Geçileri dalın başına çıhar, atların sırtı yılbırt yılbırt yanardı. Obaların Veyis Çavış’ın, Fatdenin Erdal’ın, Çıtağan Üzeyir’in, Çıtağan Nuru’nun ve Gara İsmayil’in eşşeklerin anırtısı tâa Yozgat’tan duyulurdu. Gağnı gibi gıcılıyarak hıçkıra hıçkıra öyle bi anırırlardı ki, yanında duranların goodesini sızıladır, yüreğani titiredirdi.

Koyün sığırını dönem dönem Şükrünün Hanifi, Fattenin Erdalın Yonus ve Goca Üsüyünün Şeref güttüler. Piç inek dediğimiz gara sığırların etleri ve sütleri hem çok leziz, hemde besin değeri yüksekti. Daha fazla süt ve daha fazla et alabilmek için piç inek dediğimiz gara sığırların yerini Holstein, Sımmental, Montbeliarde, Jersey, Brown Swıss (Mondofon), Angus, Hereford, Limuzin, Charolaıs ve Manda cinsi hayvanlarla ıslah etmek için Devlet her köye belirli dönemlerde boğa gönderirdi. Devletin verdiği ve etiyle, sütüyle ağzımızın tadı ve doğallığını kaçıran bu ıslah boğalara harman yerinde Boğacı Hacı bahardı. Sığırın en çok güdüldüğü mekanlar Armutlutarla, Kırhpınar, Otluhdere, Cinganyurdu, Ortah Ceviz, Gavurun Tarla, Garaoz, İbaşiın Tarla, Eminenin Dere, Daşocağı, Garakire, Örendere, Odunlumezer, Çalılımezer, Dörtyol, Koprü, Savacah, Beşikdere, Atpınar, Tilki Deliği, Celilin Seki, Ziyaret, Bal Gayası, Komyeri ve Goruydu.

Davarı da dönem, dönem Obanın Hacının Adem, Fatdenin Aslan, Şekirenin Lomen, Fatdenin Erdalın Eysan, Gara Yağap ve Müslüm Türk yayardı. Davarın en iyi doyduğu mekanlar Garabük, Bayguş Deresi, Gumlu Dere, Gumbağ, Su Deresi, Sarı Bıdığın Yamaç, Sulu Tarla, Sukahyurdu,Gani Yohuşu, Arhaç, Çerkezlerin Bağları, Buğa Damı, Su Deposu, Köy Mezerliği, İbaşın Pınar, Gızıl Güney, Maşat, Gatincinin Gaya, Tek Soğüt, Davar Yatağı ve Devedaşıydı.

Başına Yaylalılar hayvanlarını severek, değer vererek beslerlerdi. Diğer köylerin mallarıyla karıştıklarında tüylerinin düzgünlüklerinden, neşeli ve sevimli oluşlarından hemen farkedilirlerdi. Aslında Devlet neden bu ırkları koruma kolonileri kurmadı. Hemen hemende hepsi yok olup gittiler. Keşke morfolojik ve genetik karakterizasyonlar için örnekler alınıp, ırkların tamamen kaybolmasının önüne geçecek koruma stratejileri belirlense ne kadar iyi olur.

Köyün camisinde çocuğundan büyüğüne herkes namaz kılar, Kur’an okur, gençler müezzinlik yapardı. Bilgi, temizlik, görgü, adalet, yardımlaşma ve paylaşma gibi İslamın güzelliklerini iyi analiz ederlerdi. Çol çocuk kim olursa olsun mikrofonu kapan ezan okurdu. Başına Yayla insanı milli ve manevi değerlerine bağlı, aydın ve bilgeydi. Bağnazlığı, hürafeyi sevmezlerdi. Camiye herkes severek gelirdi. Emirin Memmedalinin Ali, Hacının Ademinin Mıntaz, Fattenin Kemalın Memmed, Veyis Çavışın Menduf, Gıllı Şerefin Mısdafa ve Goca Üsüyünün Adem bek zorlu ezan ohurdu.

Çocuklar camide bek dölek durmazdı. Ha bire mazartlıh yaparlardı. Niye öjbeleniyonuz diye bazen azarlanırlar, kısa süreli bir sessizliğin ardından tekrar vıdırdaşmalar başlardı. Nailin Yıldıray, Gağancının Yaşarın Memmedali ve Gağancının Yaşarın Yonus kadınların namaz kıldıkları yerden aşağıdakilerin üstüne arkadaşlarının şapkalarını, çoraplarını neyi çeker atarlardı. Hatta bir seferinde Çıtağan Nurunun Ellazın Yusuf’u bile dutup aşşağya attılar.

Çılgın gençler arada ferfana yapardı. Zaten köyde durupta ferfana yapmayan gençmi vardı ki. Başınayayla’nında maceracı, cesur ve neşeli gençleri vardı. Yazıda yabanda bi bodu, culuh, horuz ne dutsunlar hemen afirizlerlerdi. Naimin Osmanın Emir’inen Yanıh Memmed’in Memmed zorlu boduynan, şibiynen, culuğnan ferfana yaparlardı. Bi seferinde Naimin Ahmetin Duvan’ınan Gara Nailin Yıldıray, Topal Kâya’nın tavuğu dutup, Başpınar’da yediler. Sülüğün Yaşarın Musdafa, Yağbın Alinin Çebiş Üsüyün ve Şıhın Kenanın Hasan Efendi’nin önüne de yeterki bi şibi, culuh, bodu çıhmasın.

Bu köyde hiç kimse kimsesiz kalmaz. Küs ol, düşman ol, kavgalı ol, husumetli ol ne durumda olursan ol, zor duruma düştüğünde elinden en sevmediğin düşmanın bile samimiyetle tutar. Eşsiz bir erdem, emsalsiz bir fazilet sahibiler. Tarihi güzergaları farklı farklı coğrafyalar bile olsa, kutsal Bozok Platosu toprakları onları sıcak Yozgat kültüründe buluşturmuş ve kardeş yapmış.

Diyorum ya, Başına Yayla insanlarının tarihi güzergahını tekrarlamak gerekirse, büyük bir bölümü 93 harbi dediğimiz 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının mağdur insanlarından oluşuyor. Bugün Artvin iline bağlı Yusufeli ilçesi ile Erzurum iline bağlı Uzundere, İspir, Pazaryolu ilçeleri sınırlarında yaşarken, Ermeni ve Rus saldırılarına tedbir olarak  yerlerinden, yurtlarından ayrılıp buralara kadar gelen aileler de bu köyde iskan edilmişler. Daha önce Karadeniz iklimine alışık olmalarına rağmen, Bozok Platosunun kurak coğrafyasına iskan edilince elbetteki çok sıkıntılı dönemleri olmuş.

Zaten Sipahi Mehmet tarafından kurulan köyün ilk yerleşimcileri Sipahi Mehmet ve ailesi Balkan topraklarından gelerek yerleşmiş. Daha sonra Oğuz Dulkadiroğlu Beyliklerinden Bekdik Türkmenlerinden de haneler yerleştirilmiş.  Yani farklı farklı coğrafyalardan getirilmiş 5-6 aile daha yerleşmiş ve bu ailelerin çoğalmasıyla bugünkü demografya oluşmuş. Ama her gelen göçmen ortak Yozgat kültüründe bütünleşmişler.

Zaten sadece Başına Yaylaların değil tüm Türk milletinin Orta Asya’dan beri kaderi hep savaş ve göçlerle geçmiş.

Bilirsiniz ki, yaşam şartları ve coğrafya insanların mizacını belirleyen temel unsurlardır. Özellikle çöl, sahil, bozkır, tundra bölgeleri meskûnları üzerinde belirgin etkiler bırakır. Örneğin sahil insanları daha rahat, değişime açık ve özgür fikirlidirler. Genellikle ticaretle uğraşılan yerlerde oturdukları için çeşitlilikleri yadırgamaz ve yeniliklere çabuk ayak uydururken, çöl ve bozkır insanları değişimden pek hazzetmedikleri gibi yeniliklere de kısmen kapalı olurlar. Artı, ani değişimlere ise çabuk reaksiyon gösterirler. Bozkır insanı biraz daha  sert mizaçlı, çevik ve kuvvetli olur.

İşte bu gibi etmenler insanların hem gündelik, hem de uzun vadede hayatlarını etkiliyor. Türkler gibi çok coğrafya değiştiren milletlerin bile mizacı bu coğrafya etmeni yüzünden zamanla değişebiliyor.

Türkler, Orta Asya’dayken bozkır ve çöl topraklarda yaşıyorlardı. Geçimlerini ise hayvancılık ve kısıtlı olarak ta tarımla sağlıyorlardı. Yazın aşırı sıcaklarını ve  kışın şiddetli soğuklarını aynı yıl içinde yaşarken hastalıklar, kıtlık, açlık, kuraklık, yoksulluk gibi durumlar yakalarını bırakmıyordu.

İşte bu durum Türk ırkının mizacını sert, katı, dikkatli ve kuvvetli hale getirdi. Eski Türklerin çok hızlı teşkilatlanıyor olması, savaşlarda ordu düzenini çok çabuk oluşturabilmesi işte bu sebeplerdendir. Yardımlaşma, dayanışma ana karakterleridir. Yaşadıkları coğrafyanın insan dışı unsurları onlara her zaman çok şey öğretmiştir.

Başına Yayla insanı da Bozok platosuna çok çabuk uyum sağlamış ve yerlerini çabuk benimsemişler. Zaten Yozgat coğrafyasının Karadeniz iklimine en uygun bölgesi olan Çamlığın ardındaki Kızıltepe’nin eteğine yerleşmişler. Hayvancılık ve tarımla uğraşıp, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmişler. Ayrıca göç yollarında edindikleri bilgi ve tecrübeyi Yozgat coğrafyasına taşımış ve katma değer olarak kazandırmışlar. 

Başına Yaylalı olmak bölgede 5-0 önde olmak demekti. Bugün uluslarası geçişlerde nasıl İsveç, Norveç, Kanada, Lüksemburg gibi ülkelerin pasaportu kontrol noktalarından sorunsuz ve takanaksızca hemen geçiyor, Yozgat bölgesindede de Başına Yaylalı bir kişi gelince herkes baştacı eder ve baş köşeye yerini hazırlardı.

Yaşadığımız Orta Kızılırmak bölgesinde Zararsız, Okur, Kızıltepe, Ceylan, Kalın, Anar, Seyhan, Laleli, Bulut, Ünver, Şahin, Atpınar, Ceyhan, Özkan, Eroğlu, Can, Soyaslan, Murat, Kaylesiz, Çıtak, Karadaş, Fidan, Çalışkan, Kaya, İbiş, Biçer, Çelik, Bolat, Başpınar, Deniz, Bozlak, Kılıçer, Erciyes, Ekinci, Sağlamer, Tiftik, Cankurtaran, Doğru, Demir, Tokuşlu, Pala, Akpınar, Çiftçiler, Asiltürk, Türk, İldemir, Kayaaslan ve Karaaslan soyadları; çoğu yerde saygıyla anılarak tanınırlar ve bu soyadların hepside Başına Yaylanın sülalelerine ait köklü ve itibarlı ailelere aittir. 

Bahar gelince bu köyde yazı yaban yemyeşil olurdu. Çiçekler, böcekler, kuşlar, kelebekler buraları mesken tutarken, renkleri ve ötüşleriyle Başına Yayla’yı cennete çevirirlerdi. Başpınar, Boyalıh, Buğalek, Keh Tarla, Gôo Gaya, Gızıltepe, Alıçlıh, Arpalıh, Alimpınarı, Çığırgan, Sabdere, Çirçir, Dede, Susa, Armıdın Seki, Topahdaş, Deve Vadisi, Deretarla, Cumayurdu, Cinni Gavah, Arpalıh, Latifin Bağlar, Kol Bağları, Salıhdere, Ganlıbağ, Mırtazanın Bağ, Gale, Su Durağı, Harman, Trafo, İbilinin Çeşme, Çanahlı Tarla, Hüyük Bekmezi Toprağı, Arabın Çalı, Zeytanın Dere, Setenin Başı, Aygır Yatağı ve Ağararmıt uzaktan bakılınca zümrüt gibi bir gerdanlığı andırırdı. 

Gapısına vardınmıydı, hörmetinden apırcın olan misafirperver ve cömert adamları vardı. Sarıbıdığın Celal, Veyis Çavış, Sülüğün Hacı, Sultanın Mahmıt, Tosuncunun Mahmut, Çerkezin Mahmut, Hindinin Bekir, Kor Adil, Kûp İllaz, Cinni Avni Doğan, Haşimin Ünal, Haşimin Çahır, Çıtağan Mısa, Çıtağan Üzeyir, Cinni Nuru, Gôo Bekir, Topal İdris, Höçüğün İsmail, Enizin Salif, Gara Mahinin Ziya, Sarıbıdığın Bahri, Çöpcünün Bahri, Godek Gızıl Salif, Çolah Musdafa, Gağancının Yaşar, Çopurun Ali İhsen, Diddirinin Osman, Çerkezin Musdafa Mamış, Kaptan, İnneci Mısdı, Gicimik Metin, Onyüz, Turan Arabın Mahmıt, Koçoro Nihat, Fatdenin Kemal, İzetin Gozel, Üsük, Gara, Gonyalı, Satılmış, Cıncıh Memmed, Sallabaş Rasim, Hindinin Tefik, Topal İzet, Gambır Hacı Memmed, Kor Şeref, Gıribişin İbiş ve Tiftiğin Gooş; evinde ne varsa sofrasına getirir, gönülden ikramlarda bulunurlardı.

Dünya iyisi, altın kalpli bu güzel insanlar, yaşadıkları şehirlerde arabaşı, şenlik, iftar programı ve köy buluşmalarıyla sık sık bir araya gelerek zamanla soğuyan bağlarını güçlendirmeye çalışıyorlar.

Şehidiyle, gazisiyle vatan ve bayrak ülküsünü yüreğinde taşıyan sadakat ve samimiyet timsali Başına Yaylalılar, hemşehri kimliğimize saygınlık kazandırırken davranışlarıyla adımızı her yerde yüceltmeye devam ediyorlar. Has karakterleri, onurlu, yiğit ve cömert erdemleriyle ilgi görüyor ve çok seviliyorlar.

Gönlü güzel, yüreği özel vatansever Başına Yaylalılara kucaklar dolusu çiçek, gönüller dolusu selam gönderiyorum. Varolun yürekleri yakut, coğrafyaları zümrüt, ruhları ince asil soylu insanlar. Varolun çalışkan, üretken, bilgili ve dürüst değerlerin köyü. Siz yüz akı güzellikler üretmeye devam ettikçe kazanan hep Yozgatımız olacak, bizde adınızla heryerde övünüp, gururlanacağız. Ahirete intikal eden büyüklerinize Allahtan rahmet, yaşayan birbirinden kıymetli insanlarınıza sağlık, mutluluk ve uzun ömürler diliyorum. Cumhuriyetimize, Milli ve manevi değerlerimize ve hemşehri kimliğimize özünden samimice bağlı örnek kişilikteki vatansever çocuklarınızın, layık oldukları en yüksek makamlara gelmesi temennilerimle hepinize sonsuz sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Şehrimize ve hemşehrilerimize yaşattığınız örnek vefa ve eşsiz güzelliklerinizle hepinizde her zaman  baştacımız, her zaman gönüllerimizde olacaksınız.

Saygılarımla..

Rıfat ÇAKIR

[email protected]

0537 587 27 80

BAŞINA YAYLA BELGESELİ