DERLER Kİ; Allah nefsi yarattıktan ve yaşattıktan sonra karşısına almış ve sormuş : Ben kimim? Sen kimsin?
Aldığı cevap ise, "Sen sensin, ben benim'' olmuş. Gazaba gelen yaratıcı, nefsi kör kuyulara hapsetmiş ve soruyu tekrarlamış: Ben kimim, sen kimsin? 
Aldığı cevap değişmeyince nefsi zincirlere vurmuş ve tekrar sormuş : Ben kimim, sen kimsin? 
Cevap yine değişmemiş ve yaratan nefsi aç bırakmış. Bir müddet sonra soruyu yeniden sormuş : Ben kimim, sen kimsin? 
İstediği cevabı almış bu sefer : ''Sen alemlerin yaratıcısı Allah ve ben de senin kulunum."
Aç kalmanın fazileti hakkında anlatılan bu hadiseyi çocukluğumda bir takvim yaprağında okumuştum. Bilindiği üzere Müslümanlığı kabul etmiş her mümin için oruç farzdır. Kerameti ise kul olmayı hatırlamaktır dense de bu keramet bu kadarcık bir fayda ile sınırlı değildir eminim.
İnsan nankördür, bir miktar ekmek için yalvardığı rabbe, bir tas çorba karşılığında kafa tutar. İzah edelim. Bir çocuk doğduğunda anneye muhtaçtır, biraz büyüyüp eli ayağı tutunca anneye sırt çevirir. Çocukluğunda bir aileye muhtaçtır, gençliğinde aileyi terkeder. Fakirken elini yukarı açıp nimet talep eder zenginleşince kerameti kendinden bilir. İnsan kendinin putudur. Ayna karşısında kendine tapınır. İyiye giden herşey için ben yarattım diyebilecekken kötü bir olayda topu tanrıya atar. Çünkü kendini kusursuz olarak tanımlamıştır.
İnsan riyakardır, içinde bir put otururken dışında nur parlatır. Bunu da izah edelim. İnanç giyisilerine bürünmüş, işinde gücünde ibadetine görünen çok insan görürsünüz, sokakta, mescidde hatta televizyonlarda. Ulema mı desem, arif mi desem, deryadır bu insanlar gözümüzde. Fakat her birinin içinde bir put oturur. Hani şu son peygamberin kırdığı putlar vardı Kabede. Şu an etrafında tavaf edilen Kabe var ya, Allahın evi dediğimiz o Kabenin içi putlara doluydu. İslam dini geldi ve o putları kırdı. O putların üç tanesi Kur'an'da da anlatılır: Lat, uzza ve menat. Temsilen Kabe içerisinde bulunan bu putlar soyut olarak her insanın içinde vardır. Bende yok mümkün değil diyenleri duyuyorum, gülüyorum. Bunları yazarken ben içimde hissederken sende nasıl yok ey okuyucu. (Özeleştiri yapmak kimseyi utandırmaz  aksine güçlendirir, salın gitsin aklınızdakini korkmayın, Rab zaten biliyor.) 
Lât       : Otorite
Uzza   : Güç
Menat : Para
''İçinde bunlardan birine tapınmayan var mı? diye yineliyorum. Cevap da istemiyorum. 
İnsana dair ilk iki meziyetle başladığım bu yazı daha sonraları da başka meziyetlerle devam edecektir. Düşündüğümü sizlerle paylaşmaktan keyif aldığımı rahatlıkla söyleyebilirim umarım siz de okurken düşünürsünüz. Anlattığım olaylar, düşünceler, fena haller elbetteki bende de mevcut. ''Yazıyorsun bunları ama sen farklı mısın?'' diye soranlar düşünenler olmuştur, olacaktır. Bu konuya bir açıklık getirmek gerekirse topluma bulaşan her hastalık elbette bana da bulaştı. Bir hali en iyi onu yaşayan anlatabilir. Başkasından görülen gözlemlenen bir yere kadar. İnsan kendini tanır ve fenalığı bir hastalık olarak teşhis ederse kul olmanın bir erdemini yerine getirir diye düşünüyorum. Hatasız olmakla övünenem, hatalardan ders çıkarmakla meşgul oluyorum.
Eskilerden bir derviş kıssası  ile bitirelim haftayı: Bayezid-i Bistâmî bir gün yolda giderken yanından bir köpek geçiyordu. ''Köpek elbisesine değip necâset bulaşmasın'' diye, eteklerini toplayıp öyle geçmek istedi. O anda köpek Allah'ın izniyle dile gelip şöyle dedi: Sen ne kadar da kibirliymişsin öyle. Şayet benden sana kir bulaşacak olsa eteğini üç defa yıkamakla temiz olur. Fakat senin etek toplayışındaki bu kibir kirini, korkarım yedi deryâ temizlemez.. 
Hayırlı Ramazanlar, hoşçakalın.