Benim duyduğum, bildiğim ve de gördüğüm böyle. noktasına virgülüne dokunmadan anlatacağım size! Çomuların destansı Mahmut elini kulağına atar, başlardı söylemeye. Destan yazmakta, türkü yakmakta, çığırmakta üstüne yoktu. Kapısına geleni geri çevirmezdi. Şapkasını çıkarır yere vurur, kalemi eline alır başlardı yazmaya. O kelimeleri, sözleri nereden bulurdu, kimden bellemişti orasını da bilmem. İşte ben o Mahmut Çavuş'un yalancısıyım. Ne duyduysam, nasıl duyduysam onu anlatacağım. Dedik ya vebali günahı onun boynuna!
1950'li yılların ortaları, köylerden Ankara'ya göçün başladığı günler. O yıllarda ben de Ankara'ya bir kamyonun üstünde, amelelerle birlikte geldim. Köyden Peyik Pazarı'na oradan düştük Ankara yollarına. Pazar panayır deyip de geçmeyin. Orası bir başka alem, bağıran, çağıran, alan, satan, destan düzen, söyleyen tut ki bin ayak bir ayak üstünde. Güzün mahsullerini kaldıran "köylü" kısmı ihtiyaçlarını tedarik etmek için pazara giderdi. Dedik ya Peyik Pazarı'ndan bindirdiler kamyona ver elini Ankara yollarında yeni yakılan "Ankara'da yedim taze meyveyi" türküsü çalınıp çığırılıyordu ve destanın dumanı üstündeydi. Kamyonlara  yeni binen şehre ilk defa giden ameleler arasında:
- Ulan ne güzel, ne rahat, hem oturuyok hem gidiyok! Sözü yeni yeni söyleniyordu. Ankara'ya yaklaşınca üstümüze örtülen örtüyü kaldırır kaldırmaz geldiğimizi anladık. Üstümüz başımız toz içinde tozdan adamlar gibi hepimizi toza belemişler sanki. Bentderesi dedikleri yerde halkın deve boynu adını verdiği makineler bir inip bir kalkıyor. Altındağ karşısında ki kale yamaçları bostanlardaki alaçıklara benzer küçük kulübelerle dopdolu. Altındağ'da bir gecekonduda yattık. Ertesi gün birde baktık ki herkes gitmiş. Amele Pazarı adını ilk defa böyle duymuş oldum. Keşke bende gitseydim kendi gözlerimle görürdüm. Kötü mü olurdu? Amele Destanı herkesin dilinde dolaşıyordu:
Ala yorganın alır eline
Doğru çalışmaya gider amele
Altı lira için kıyar canına
O gün nasıl akşam eder amele.
Bu dörtlükten edineceğiniz bilgiler söyle dursun, biz işimize bakalım.
İşte günlerdedir ki, buğday benizli çubuk gibi bir delikanlısı, yani  bizim oğlan, yorganını çökelikli dürüm gibi dürmüş, elinde örselenmiş bir sazla varmış Amele Pazarına düşmüş . Ameleler boyuna posuna bakıyor, elindeki sazına bakıp onu da aralarına alarak gitmişler çalışmaya. Akşama kadar çalışmışlar, yorgun argın mevsimlik alacaklarına dönmüşler. Aç olana bal gibi, peynir , zeytin, helva, sıcak ekmeği...
Karınlarını doyurup gözlerinin önü açılınca, bizim oğlanın elindeki saz'a dikmişler gözlerini. Öyle ya gurbet, sıla hasreti, türkü ve saz'sız durulur mu?
- "Hemşerim hele iki çalda efkar dağıtalım". demişler. Bizim oğlanın canına minnet elleri çoktan gicişmeye başlamış. Delikanlı Allah ne verdiyse yüklemiş saz'a çalmış, söylemiş, çığırmış. Sıla hasreti, gurbet ayrılık acısı, çıra gibi yanan yüreklerinde, ocaklardaki sac ayağı gibi oturmuş.
Arkadaşları bizim delikanlıya:
- Kardeş, sen bizimle çalışmaya gelme! Senin ellerine yazık! Ev'de kal, ev işlerimizi gör. Biz senin yevmiyeni aramızda para toplar doğrulturuz. Ev işlerini bitirince bize saz çal türkü söyle demişler. Delikanlının canına minnet teklifi kabul etmiş. Çamaşır bulaşık işlerini bitirir bitirmez etrafını kolaçan etmeye başlamış. Bentderesin'nden geçip Ulus'a çıkmış. Gençlik Parkı o günlerde Ankara'nın en gözde mekanı. Açık hava sinemaları, mahallenin gençleri birbirlerini görüp tanıştıkları yerler. Günlerden bir gün bizim oğlan Ulus'a geldiğinde ileride solda büyük bir kalabalık görmüş. Gidip  kalabalığa karışmış. Bakmış herkes başka alem, kim kime dum duma. Hergele Meydanı (Bit Pazarı) Ankaralıların afsata (ahz u ata) yaptıkları meydan.
 Meraklı , ürkek şaşkın gözlerle dolaşırken genç bir kızla göz göze gelmiş. Delikanlı kızın kendisine aşık  olduğunu sanmış  düşmüş kızın peşine.
Öyle ya, kırsal kesimde kadın kısmı erkeğin gözünün içine, hele hele yadırgıya bakar mı hiç? Gelenek böyle! Ne bilsin çocuk! Kız bana vuruldu diyerek topuğuna basarak takip etmiş. Kız alışverişi bitirip filesini doldurunca Sıhhıye tarafına çekip gitmiş. Bizimki oracıkta kala kalmış. İkinci ve üçüncü haftalar da böyle olmuş. Gene birgün kızı takip ederken kızcağız usanmış olmalı ki birden durup geri dönmüş,
- "Ulan salak oğlan, eşeğin sıpası gibi arkamda ne geziyorsun? Biliyor musun ben Atıf Bey'in kızıyım. Babam duyarsa seni şuracıkta idam ederler" demiş.
Delikanlı çok korkmuş, bütün hayalleri yıkılmış, eli ayağı döküleyazmış. Kaçıp bir solukta eve gelip saklanmış. Ah Min' el aşk ve halutihi demişler. Bir hatta iki hafta Bit Pazarına gitmemiş. En sonunda dayanamayıp gene gitmiş kızı bulmuş. Ama bu defa akıllanmış olacak ki onu o değilden takibe başlamış. Kız alışverişini bitirince yine  Sıhhıye tarafına revan olup gitmiş. Oda ardından girdiği evin karşısındaki bakkala girmiş. Yalandan iki alışveriş yapmış. Bakkal'a:
- " Emmi, şu eve bir kız girdi, kimin nesi" diye sormuş. Bakkal emmisi cevaben:
-" Hele otur yeğenim iki soluklan. Kimsin, nesin, in misin, cin misin? dedikten sonra  bir de çay söylemiş ve başlamışlar konuşmaya. Bakkal:
-" O ev Atıf Bey'in evi. Biraz evvel gördüğün kız'da evin hizmetçisi. Ne için sordun ki ne işin varki onunla? demiş. Delikanlı:
-"Yani o kız o evde hizmetçi mi?
-" Evet! Hatta onu oraya ben yerleştirdim. Niye sordun ki ?
Delikanlı susmuş. Hizmetçi kızın kendisini Atıf Bey'in kızı diye kandırmaya çalışması çok zoruna gitmiş. Akşam eve döner dönmez, oturup yazmış. Bakalım neler söylemiş?
    Ben aşkın atına biner giderim
    Seni güller gibi solası seni
    Verir dile seni rüsvay ederim
    Bana ettiğini bulası seni
   
    Bürüm bürüm büktürüyon alnını
    Havalara kaldırıyon burnunu
    Şekerle mi doyurdun karınını
    Ah dinsiz imansız ölesi seni.

    Hani diyon Atıf Bey'in kızıyım
    Buldum yalanını destan düzüyüm
    Bende sana şimdi dudak büzüyüm
    Hele Atıf Bey'in kölesi seni
   
        Şu kalemin marifetin görürsün
    İşmar eder sallanarak yürürsün
    Beni böyle peşisıra sürürsün
    Eceli gelmeden ölesi seni

    Niçin beni kandırmaktır çabanız
    Domanici bol köyüdür obanız
    Kütahya'da dileniyor babanız
    Nuri' ye metres olası seni
deyip kestikten sonra, ertesi hafta olup biteni bakkal Mehmet Emmisine bir bir anlatmış. Mehmet Emmisi:
—Aman yeğenim bunları kimseye söyleme! Atıf Bey'in kulağına gider mider. O da kızı kapı dışarı eder. Merak etme ben onun terbiyesini verir, hem de aranızı bulurum demiş. Kızı çağırıp :
—Seni utanmaz, arlanmaz. Ben sana ne dedim? Sen ne yaptın? Niye yalan söyledin elin garibine? Atıf Bey duyarsa ekmeğinden olursun. Hem de buralarda kalamazsın. Kız bu sözün üzerine:
—Aman Mehmet Emmi. Amanı bilir misin? Bir cahillik ettim ocağına düştüm. O oğlana söyle bu pazar izinliyim. Bizim eve gelsin. Anam evde yok.
Ben onun gönlünü yaparım kurbanların oluyum Mehmet Emmi bana bir babalık daha yap" demiş. Bizim oğlan Bakkal Mehmet Emmisinden olup biteni öğrendikten sonra, kızın oturduğu gecekonduya gitmiş evi eliyle koymuş gibi bulmuş. Bunlar perdeleri çekip içeride muhabbete dalmışlarken olacak bu ya kızın anası denen cadı karı nereye gittiyse geri gelmiş. Pencereden içeri bakmış ki vaziyet bildiğin gibi değil. Hemen  Karakol'a gitmiş 2 polisle gelip bunları suç üstü basmış.
Gerisini siz düşünün. Olanlar olmuş, bizim oğlan kelama sarılıp başına gelenleri anlatmış. Bakalım ne demiş?

    Birgün Namiyemle oturuyorduk
    Gerdanda benleri görünüverdi
     Ah çekip dizime koydu başını
    Saçları yüzüne seriliverdi
    Gözümün içine dikti gözünü
    Dizimin üstüne koydu dizini
    Söylerken kulağıma tatlı sözünü
    Gerdanı yüzüme sürülüverdi
   
    Tamam benim fikrim nedir anladı
    İşmar edip bir tarafa yanladı
    Dedim ona tahammülüm kalmadı
    Ölü olan aşkım diriliverdi

    Dedim ki bakışın milyona değer
    Canım feda olsun istersen eğer
    Anası kapıda dinlermiş meğer
    Tak tak diye kapı vuruluverdi

    O anda bir korku sardı bizleri
    Başlı kaldı Namiyemin sözleri
    Utancından sararmıştı yüzleri
    Kapıdan içeri giriliverdi.
   
    O ateşle bağrımı yakarken
    Parmağına altın yüzük takarken
    Karyoladan giyinipte kalkarken
    Suçumuz meydana görüküverdi

    Ana ile kızı evde kaldılar
    Beni tutup memurlarla saldılar
    Yaka paça karakola aldılar
    Elime coplarla vuruluverdi

    Verdik ifadeyi tam ayın onu
    Dedi nezarete atın siz bunu
    Halledecek Türk Ceza Kanunu
    Komiser Bey koltuğa kuruluverdi

    Üç beş saat nezarette süründüm
    Utancımdan karaları büründüm
    Götürdüler savcılığa göründüm
    Binbir çeşit sual soruluverdi

    Aman savcım şu halimi görünüz
    N'olur Namiyemi bana veriniz
    Namiyemin fikri nedir eriniz
    O zaman hakim bey darılıverdi

    O anda salona aldılar beni
    Dedi Bakırköy'e salalım seni
    Dedim Namiyemde sıksın elini
    O anda Namiyem görünüverdi
   
    Çok ah ettim Namiyemi görmeye
    O da geldi ifadesin vermeye
    Dedi hevesliyim yuva kurmaya
    O zaman ortalık duruluverdi
   
    Hakim Berat dedi yüzüme baktı
    Nuri Namiyesin koluna taktı
    Artık gizli sevişmemiz yasaktı
    Salonda boynuma sarılıverdi.

NOT: Aşık Nuri hakkında bilgi bulunamadı. Atıf Bey D.P ' nin son zamanlarında son yıllarında Milli Eğitim Bakanı olan Atıf Benderlioğlu olmalı.
            (1950-1954 / B.BAŞ.