Çekip giderken gözlerinden bir daha dönmemecesine, bilmiyordun.
    Her saçına uzanışımda bir daha dokunmayacağımı, kestiremiyordun.
    Uzaklara dalan gözlerimde kaybolacağını, bir daha koklamayacağımı, düşünemiyordun…
    Yine sonbahardı, öteki dördünden pek bir farkı yoktu, senden yoruluşumun dışında. Ağaçlar cılız ve yaprakları solgundu. Yine serçeler kanat çırpıyor, yağmur yağıyordu, titriyordum.
    Alem ağlıyordu,
    Bulutlar gibi yağıyordu,
    Şehrin uzak bir köşesinde
Yine annem ağlıyordu
Giderken ben büyük acılarla,
Bir çakmağın ürküten sesiyle,
Fitilin ucuyla tutuşarak,
Taşındaki ilk kıvılcımla yanarak,
 Kül olan yüreğimle,
Giderken ben,
El sallamıyordun bile
Yeni bir hayatı tutuştururken, sen…
Sitemim sanadır yar…
    Sitemim sanadır…
    Sitemim…
    Oldum olası alışamadım yağmur altında romantik olmaya, herkes sarılırken, benim payıma üşümek düştü, saçak altlarında titremek, iliklerime işleyen soğukla donma tehlikeleri geçirmek ve ölmekle yaşamak arasında ki vicdan düştü. Payıma düşen ne varsa adı hep acı oldu…
    Okyanusun ortasında bir sal gönlüm, bölüştüklerim vefaydı, sevgiydi, sarılmaktı…
    Payıma düşen sen gibi sadakat, sen gibi ihanet oldu hep.
    Oysa ki insanca sevmek ve sevilmekten başka bir şey istememiştim ve vurdum ellerimi ortasından sonra bekledim, kanım çekilinceye kadar ve sonra sustum avazımın çıktığı kadar…
ÖZLEMİMSİN
Ve aşkın gözyaşları kirpiklerine değer. Dünya yansa umurunda değildir.
    Deli yangındır. “O” gitmiştir. Sen yüzüstü terkedilmişliğine, çıldırasıya susarsın.
     Nehirdir, çağlayandır kalbinin göz pınarları. Engel tanımaz yıkar geçer. Ne yapsan kâr etmez, ne gelirse önüne beraberinde sürükler. Yatağını kaybeden gözyaşların, okyanusun en sığ yerine gömülür ve bir daha iflah olmaz.
     Aşkın tarifsiz tadı, derin ve kalıcı ağrılar bırakır giderken sonra kalbin buna uzun süre alışamaz. Soğuktur terk edilmişlik, berbat hissettirir ve hep acıtır. Aşkın gözyaşları hep pusudadır, teneke çalsa başında hemen kirpiklerine yaslanır.
     Ağırdır büyük bir kentte tek başına yaşamak. Evvelce var olan tekliğe dayanma psikolojin, bu kötü direnişin rüzgârına dayanamaz.
     Bilmeseydi dudakların öpmeyi, saçların okşanmayı, tenin dokunulmayı ve bilmeseydi bütün bunları kalbin, emin ol çokluktan tekliğe dönüş psikolojisinde kalbin depremler yaşamazdı. Maalesef biliyorsun artık ve bu yeni hayatının ağır tecrübesi seni üzse de, ölümden beter etse de, bunu da bil; böylede yaşamaya alışacaksın.
     Bunca anlatmama, tecrübeme rağmen seni usumdan biran bile atamam ve yine ansızın sen gelirsin aklıma kimsesiz akşamlarımda. Dolar boşalır gözlerim. Balıkçı tekneleri boş gönül limanıma yaslanır ve ben gemisi batmış bir reisin, hüzün dolu yüzü olurum. Öyle ki, arkamda yaktığım gemilerim akılıma gelir. Düşlerimden düşerim sonra ve aklım çıkar kimsesizliğime.
     Ben tuttuğum bütün balıkları yaşamlarına bıraktım ve kan dolu gözlerimi kalpsizlere. Seneler evvel yaşam olan adım, şimdi kimsesiz bir gecenin koynunda, sıtmaya tutulmuş, hummalı bir acıyı perçinliyor çatlak dudaklarımda. Ve benim adım seninle yan yana değil artık. Anlıyor musun körpem çırpınışlarımı? Yaşamı arayışlarımı? Ah! Bu kimsesizlik, ah! bu sensizlik öldürüyor adamı.
     Özlemlerimiz vardı, iki dağdan kopup gelen ve iki dağın içinde sıkışan sonra yaralarımız vardı kalbimizde kapanmayan ama gözler vardı, gözlerin, her derde deva olan…
     Ayrılık akşamlarında hep hüzün demlenir ve ayrı kalanın burnunda burcu burcu öz sevdiğinin kokusu vardır.
    Şimdi türkü zamanı, kalbideki türküyü sana armağan ediyorum. Bütün gitmişliklere ve tükenmişliklere rağmen dinle lütfen…
     “Seni seviyorum…” 
    Bütün kalbim ve sevgimle; en ağır özlemimsin…