"Sürerim sürerim gitmez katana
Fransız kurşunu değmez adama
Varın söyleyin de garip anama
Analar da böyle aslan doğurur. "

YÜZYIL önce bir cihan harbi bitmiş ve Osmanlı imparatorluğu hükmen yenik sayılmıştı. Aslında imparatorluklara karşı açılmış ve onların topraklarını parçalamak için düzenlenmişti bu savaş. 19. Yüzyıl sonunda başlayan milliyetçilik akımları dünyayı böyle bir savaşa sürüklemişti. Son Osmanlı döneminin idarecileri (padişah demiyorum o yıllarda padişah sadece noter vazifesi görüyordu) bizim de böyle bir savaşa dahil olmamıza karar vermiş ve kendimize yakın saydığımız Almanlar safında oyuna girmiştik. Detaylarda boğulmaya gerek yok 1918 yılında savaş bittiğinde maksat hasıl olmuş Osmanlı toprakları pay edilmişti. Öncelikle bu topraklar üstünde ulus devletler kurulacak ve savaşın galibi devletlerin kontrolünde sömürüleceklerdi. Örneklemeye dahi gerek duymadığım bir sürü devlet kuruldu dünyanın her tarafında. Kendi açımızdan bakıyoruz konuya diğerleri şu aşamada bizi ilgilendirmiyor.
Ankara'da kurulan meclis ile teşkilatlanma aşamasını tamamlayan 'Milli Kuvetler' Anadolu’nun kurtuluşu için ter ve kan döktüler. Eldeki imkanlar dahilinde erkek, kadın, kız, çocuk herkes mücadeleye destek verdiler. Mücadelenin başında ise sonradan Atatürk soyadı alarak onurlandıran Mustafa Kemal Paşa vardı. 1922 yılında son düşman da defedilince yeni bir devletin temelini atıp şu an  üstünde yaşadığımız toprakların üzerinde Türkiye Cumhuriyetini kurdular. (Buraya kadar konuyla sıkıntısı olan varsa devamını okumamasını tercih ederim.)
Kurulan Cumhuriyetin ilk işi elbette yenilik yapmak olacaktı onlar da büyün vatan sathında ikinci bir mücadeleye başladılar. Bütün kurumlar tek tek incelendi ve değişen dünyanın yeni düzenine entegre edildi. Şunu aklınızdan çıkarmayın bir savaşa tutuşmuş ve kaybeden taraf olmuşsanız bunun neticesinde kazananın oluşturduğu dünya düzenine uymak zorunda kalırsınız. Kaldı ki dönemin koşulları  da doğunun değil batının koyduğu veya koyacağı şartlardı. Dünyanın batısı doğusunu yenmişti. Mesele bu kadar basitti. Cumhuriyetin yenilik hamleleri de mecburi istikamet olan batılılaşmak adına yapılacaktı. Eski dergi, gazete, ansiklopedi karıştırmak yahut google'den eskileri araştırmak gibi bir huyunuz varsa geçmiş dönem modalarını bilirsiniz, gözünüz bilir siz bilmeseniz de. 600 yıl hükümran olmuş Osmanlı da bile bu moda akımları gözünüze çarpar. 1500 lerde giyilen bir kıyafet ile 1900 lerde giyilen kıyafet tipi aynı değildir. Savaş sonrası dünya modasına uygun kılık kıyafet değişikliği de elbette gayet uygundu. (Fesi çıkartıp şapka giydirtti diyeni buradan Mısır'a kadar kovalamak geliyor içimden.)
İkinci bir husus da alfabe meselesi. Yukarıda belirttiğim gibi kazananların kurallarına uymak zorunludur. Latin alfabesinin kazandığı bir yerde Arap alfabesi ile inat etmek de mantığa aykırıydı. Bir metnin içeriğin aynı olması kaydıyla hangi alfabe ile yazıldığının bir önemi var mıdır? Geçmiş dönemde az olan okur yazar sayısını çoğaltmak amacıyla çıkarılan eğitim kanunları da kıymetlidir. Eğitimi birleştiren Tevhid-i Tedrisat kanunu ile karmaşaya son verilmiş okumak isteyen herkesin önü açılmıştır. 
Öyle iddia edildiği gibi kimse bir gecede cahil kalıp dedesinin mezar taşını okuyamaz hale gelmiş değildir. Bu bir siyasi bir söylemdir itibar etmeyiniz. 
Üçüncü mesele ise hilafet yahut din meselesidir. Bilirsiniz ki halifelik siyasi bir makam olup İslam dinine  mensup çeşitli milletleri bir arada tutan ve onlar üstünde tanrısal bir otorite kuran bir kurumdur. Dört halife döneminden sonra hanedanlar tarafından kullanılan bu makam ulus devletler çağında ağırlığını yitirmişti. Konuya küçük bir örnek verirsek en basiti Arap ayaklanmaları olacaktır. Simge bir makamdan ötesi olmayan bir kurumun da önemi kalmamıştır artık ve kaldırılmıştır. Ayrıca ülke dışında bizzat galip devletler tarafından oluşturulmuş dini akımların da bu kurum vasıtasıyla içeriye nüfuzu engellenmiştir, tekkeler için de durum aynıdır. Eğer itirazınız var ise 15 Temmuz 2016 tarihi bu konuyu anlamınıza yardımcı olacaktır. Laiklik hakkında da tek cümle kuracak olursam, devletin değil milletin dini vardır, tebaanın mensup olduğu dini korumak görevi de devletindir.
Bugüne dönüp yazımızı noktalayalım. Yukarıda sadece olaylardan bahsettim. Dikkat ederseniz kişilerden bahsetmedim. Dönemin koşulları içerisinde olması gerekeni yapan  başta dönemin lideri Mustafa Kemal Atatürk olmak herkesin ruhu şad, mekanları cennet olsun. Geçmişte yaşanmış olaylar üzerinden kahraman ya da hain yaratmak sadece bir grup ahmağın işidir. Dünle avunup, dünle yatıp kalkmak sizleri bir adım öteye götürmez sadece aptallaştırır. Eğer geleceğinizi sağlam kurmak istiyorsanız geçmişle hesaplaşıp,o hesabı kapatıp yolunuza devam etmeniz lazımdır. Bu ülkenin tarihinde devlet makamlarını işgal etmiş her şahıs görevini layığı ile tamamlamıştır. Birini diğerinden aşağıda tutmak hiç kimseye fayda vermeyecektir. Her dönemin kendine özel şartları vardır. Allah hepsinden razı olsun. Gün gelip bugünlerin de dün olduğunda ne demek istediğimi anlayacağınızı umuyorum.
Sağlıcakla kalınız.