Karanlıklar buza çekiyor bu gece ve parmak uçlarım yavaş yavaş donuyor. İçimde bir yerlerde ılık ılık bir çocuk ölüyor ve özlüyor bu deli çocuk çıldırasıya seni anne.
    Bilirim nerede olduğumu bilsen, ah! Bir duysan çıkmaz sokaklarımı, donmama beş dakika kaldığını, yalınayak çıkar gelirsin anne bilirim…
    Tarifi güç büyük bir yalnızlığın içerisindeyim, sen yoksun ve az sonra bende yokum ama son kez gitmeden önce, gözlerimin kaldığı  sende, gözlerinin hakkı olduğunu bildiğim bende, elbet bir açıklamam olacak geriye anne…
    Kaç  gece gözlerim açık “ölümü” gördüm yerde ve kaç gece kan ter içinde uyandım, uyuyamadım sonra kaç gece anne.
    Sen yoktun gurbetimin soğuk kış altı sabahlarında ve sen yoktun, iyi ki de yoktun o benim tir tir titrediğim gurbetimde. Dayanamazdın, hemen kucaklar, sarar sarmalardın çünkü ben senin biricik oğlundum anne.
    Anneler kıyamazlardı yavrularına bilirdim ama kıydılar, bildim, öğrendim, soğuk taş duvarlar arasında, yıkıntılarda geçen şu kısacık hayatımda anladım, eller kadir kıymet bilmiyor anne…
    Hani o kış yollara düşmüştüm, “gitme oğlum” demiştin, “gitme!”  Gitmiştim, seni hiç düşünmemiştim hani? Bir yığın gözyaşınla seni baş başa bırakıp düşmüştüm ya peşine, hani dizlerin parçalanana kadar vurmuştun ya kendine, hani hıçkırığın Ankara’yı  tutmuştu da, ben beni yüreğine hapseden vefasızın peşine düşmüştüm, seni üzmüştüm, gözyaşlarına aldırmamıştım ya anne…
    Aslını  sorarsan bir yanım hep sende kaldı anne, yanımda götüremedim, götüremezdim de… Biliyorsun üç kuruş birikmişim vardı, onunla yollara düşmek hataydı fakat aşk her şeyi göze almalıydı… Bende öyle yaptım, düştüm bir sabah ellerinden, hal bilmez, çare bilmez sürgün bir umudun peşine ve seni Ankara’da, ellerin koynunda tek başına bırakarak…
    Önceleri bir takside ondalıkçı olarak geceleri çalıştım, sonra patron arabayı sattı, bir daha da çalışacak araba bulamadım. İstanbul büyüktü, benimde umutlarım öyle, İstanbul çok büyüktü benimde yüreğim ama yüreksizdi İstanbul anne…
    O fabrikada çalışıyordu, ben ne bulursam orada yani emeğimle, bileğimin gücüyle, anlımın teriyle.
    Üç beş bekâr arkadaş birlikte yaşadık uzunca bir süre. Hepsinin hayalleri, hepsinin bir beklentisi ve hepsinin bir türküsü vardı anne. Türküler yarım, türkülerimiz öksüz  kaldı anne…
    İyi gidiyor gibi geliyordu ama ve lakin o iyi gidiyormuş fabrikadan bir çocukla her gün eve. İki akşam önce yolda karşılaştık. Yanında, kolunda bir başkası. Delirdim anne, bilmiyorum ben ne yaptım?
    Bekârlık işte, lazım olur diye zulamda hep bir baba yadigârı pala yarendi yıllarca bana. Görünce onları kol kola, çektim vurdum, bir daha vurdum, bir daha anne. Karlar kıpkırmızıydı İstanbul’da ve ben ümidimi, sevdiğimi cansız görüyordum yerde, yanında başka bir elle…
    Evet, anne ikisine de kıydım. Rabbim affetsin beni, sende affet. Çok üzdüm seni, çok delirttim yüreğini, çok kıydım gözyaşlarına. Bir kere bile arayamadım, ne yüzle arayacaktım ki. Ben annemi bırakmış, sevdamı başıma taç yapmıştım, asıl tacım yanımda dururken onu diri diri yakmıştım…
    İki günü geçkindir sokaklarda dolaşıyorum. Takatim kalmadı polis peşimde, çok üşüyorum anne. İstanbul cadde ve sokaklarda bir katili arıyor. İstanbul’a kar yağıyor aralıksız ve evlerin bacaları sımsıcak görünüyor gözlerime ama ben soğuk bu yerlerde daha fazla dayanamayacağım anne…
    Karanlıklar buza çekiyor bu gece ve parmak uçlarım yavaş yavaş donuyor. İçimde bir yerlerde ılık ılık bir çocuk ölüyor ve özlüyor bu deli çocuk çıldırasıya seni anne.
    Beni affet Annem.