Ayın eşiğine düştü gözlerim. Karanlığın içine hapsettim bütün duygularımı.
    Gece üç, ayın şavkında volta vuruyor yalnızlığım…
    Sesin, sesi çekilmiş…
    Gece üç, yalnızlığımın karabasanlarını çalıyorum. Yalnızlığımın karabasanlarına bağırıyorum. Alabildiğine soğuk, alabildiğine karanlık. İçimin hiçbir sızısını duyumsamak istemiyorum. Sızılarım, karanlığa hapsolmuş…
Gece üç, sihirli bir sessizlik, büyülü bir mavi hakim, köpek seslerinin dışında. Birkaç çöpçü, birkaç gececi, birkaç kumarbaz bir yerlerden geliyorlar, kaybetmişler yine…
    Gece üç, yalnızlığım volta vuruyor beynimde. Beynim, derin ağrılar içinde. Uzanmışım, uzanmanın yalnızlığına sığınarak, belki de uzanmanın gücüne saklanarak, belki de böyle daha rahat.
    Gözlerimi geceye yumdum, ayın şavkı odamın eşiğine düşüyor, odamın eşiği bana uzak düşüyor. Nefes alışım bile değişti. Nefes alışım benden uzakta, ben nefesime bir garip, garibim kendime… Kendi benliğimde neyi aradığımı, neyi sorguladığımı, neden ve niçin yaptığımı bilmeden geceye hapsettim benliğimi. Benliğim bir çırpınış arifesinde, çırpınışlarım geceye bağırıyor, gece bana susuyor, ben geceye isyan ediyorum.
    Sokaklar, köpek dolusu sokaklar, rahatsız ediyor, camdan bile bakmak istemiyorum artık. 
    Gece üç, yalnızlığın yeni senfonisi, yalnızlık ama karanlık bir şey, ben karanlığım. Karanlığım içime hapis, içimde bir şeyler karanlık, içimde bir şeyler saklanıyor, içimde bir şeyler yürüyor, içim karanlık, içimde bir şeyler volta dövüyor, içim, içim çan sesleriyle dolu. İçimde bir çıngırak, içimde çıngıraklı bir yılan, dışarı çıkmak istiyor içimden, içim, içimden çıkmak istiyor, ben içime girmek, ben kimim?
    Saat üç, yalnız bir adamın kâbuslarının zıpladığı vakit. Yarasa sesleri var ve benim sesim sinyallere takılıyor, sinyaller duvarlara, sinyaller camlara çarpıyor, yarasalar kanat çırpıyor, karanlık…
    Beni benden alıp giden sokağın içine yürümek istiyorum, bir tarafım korku, bir tarafım günah, bir tarafım, bir tarafım “o” tarafım yok işte. Bir tarafım olsun isterdim çok cesaretli, bir tarafım olsun isterdim aydınlık, güneşe dönük pırıl pırıl.
    Bir tarafım çok doğru, isterdim bir şeyler işte, bende herkes gibi yürümek, belki sokak köpekleri gibi. Nereye? Neden? Niçin gittiğini bilememek, ya da neden burada olduğunu algılamadan, sorgulamadan yaşamak isterdim bende…
    Gece üç, serin… Bir battaniyenin gölgesinde yalnızlığıma sarılmışım. Ay “o” bildiğimiz ay değil, var, yok, yokla var arasında bir şey. Parlayan ondan gelen yansıma. Şimal Yıldız’ımı kaybettiğimden beri karanlığım, korkuncum, ürkütücüyüm, ben benden çekilmişim, ben beni benden terk etmişim, soyunmuşum bir yalnızlığa, yalnızlık karanlık olmuş, karanlık yalnızlık. Ezber tutmuşum yalnızlığı karanlığa.
    Belki de bir vicdan muhasebesinin çarkında kalmışım, adına karanlık, yalnızlık, gece demişim, bişeyler demişim işte siyah, demese miydim keşke? Adı başka bir şey mi olsaydı yalnızlığın? Karanlığın adı başka bir şey mi olsaydı? “Sen sus ben giderim” diyen bir yürek aslında gitmese miydi?
    Sustururken acılara mı gark ediyordu?
    Kalmak mı zordu? Gitmek mi?
    Hangisi kolaydı? Zor, zor hangisiydi? Her ikisi de mi?
    Yürüyorum yalnızlığımın içine karanlıklardan sıyrılarak bir aydınlığın çember noktasına varmaya doğru. Bir aydınlık arıyorum, bir ışık, bir gün, bir güneş…
    Bir yüz arıyorum el değmemiş haram değmemiş.
    Gece üç yalnızlığıma sarıldım, yalnızlığım bana. Ben bana karanlığım öyle çok…