Annem, ben üzülmeyim diye sen hiç konuşmadın. Yıldızlar yere inmiş, hazan mevsimi gelmiş, güz dedikleri demek şimdiymiş…
    Salalar veriliyor annem, ben üzülmeyim diye, sen hiç konuşmadın. Salalar veriliyor annem, ben ölmeyim diye sen yine haber vermedin annem…
    Ölümler neden erken iner annem? Yıldızlar neden böyle yerde annem?
    Dağlar, taşlar, ağaçlar, kuşlar, yer gök neden secdede annem?
    Ben üzülmeyim diye, bende ölmeyim diye, sen yine haber vermedin annem…
    Çocukluğum dikilir karşıma, kınalı parmakların kokar buram buram burnumda… Ben aç kalırım diye, sen hiç doymadın annem… Talebelik yıllarım tükenirken bir bir göz nurun düşer her bir çeyizime, ben eksik kalırım diye, sen hiç giyinmedin annem…
    Gönlünce sevmelerin olmadı senin. Sofralardan tok kalktığın görülmedi ve babam senin kıymetini hiç bilmedi… Benim üzmelerim, beni üzmesin diye sen hiç konuşmadın annem… Yer sofrası bildik gönlünü çiğnedik ha çiğnedik… Ne babam sevebildi gözlerini,
ne ben öpebildim kınalı ellerini… Ben mutlu olayım diye hep sustun. Çilen bir türlü dolmadı annem…
    Yerine koyamadım ne taşı ne bağı, ömrümün bu deminde kurulan acı ağı, ne koparabildim, ne de atabildim. Saramadım senden sonra aşığı, akıtamadım yıldızlar söneli gözyaşı…
    Yarası saklı, parmakları kınalı annem, saçları aklı, dizleri yaralı annem, senden sonra her yanım karalı annem.
    Ben üzülmeyim diye her dem yaslı ama yarası hep içinde saklı annem…
    Torunun olacaktı daha, avuç içlerinden konacaktı hayata…
    Sen böyle yapmazdın annem? Susardın ama beni böyle yaslı koymazdın, kıymazdın saçımın bir teline, atmazdın, incinirim kırılırım diye… Bak şimdi geberiyorum acından, bak şimdi her yanım yangın yeri…
    Salalar veriliyor annem. Bu kent, bu ülke, bu dünya, yeniden doğar mı? Bilmem ki annem, bilmem ki hüznü her dem saklı, gözü yaşlı, yarası saklı annem, bilmem ki Nur’un yeniden coşar mı? Külünden doğar mı? Bilmem annem, bilmem annem…
    “Sen, ben üzülürüm diye, neden hiç konuşmadın annem?
    Ben üzülmeyin diye, sen hiç konuşmadın niye annem?”