BEKLİYORUZ. Birileri tarlayı sürsün, tohumu atsın, yağmuru yağdırsın, ekini biçsin, değirmene götürsün, un yapsın, hamur yoğurup, ekmek pişirsin, getirip önümüze koysun, bizler de karnımızı doyuralım... 

Bu anlayış hakim. Hep birileri bir şeyler yapsın, birileri konuşsun, birileri kavga etsin. Sonuca göre biz tavrımızı alırız. Güçlüden yana oluruz. Önümüze ekmeğimizi koyarlarsa, ''Neden sıcak değil!'' diye tepkimizi veririz, ekmek sıcaksa ''Dinlenmiş ekmek getirseydin bari!'' deriz. Soframıza birileri ekmeğimizi getirmezse, kendi ekmeğimizi kendimiz yapmak yerine birilerini suçlu ilan eder, hep birlikte sıralarız, ağızımızı doldurur, avurdumuzu zurnacı misali şişirerek, sıralarız!..

Uzun yıllar bu anlayışın kurbanı olduk. Yozgat'ın verimli topraklarını kendi haline bıraktık. Daha iyisini, daha fazlasını, daha düşük maliyetlisini üretmeyi de, alın terimizle tarlaya su vermeyi de unuttuk, gökten yağmur damlasının düşmesini bekledik.

Sadece tarım sektöründe değil. Tüm alanlarda durum pek farklı değil. Sivil toplum örgütü diyoruz, fikir üretemiyor, kendi fikrini söyleyemiyor, ''Genel merkezin talimatı var! Onların yaptığı açıklamaların dışına çıkamayız!'' diyor, bekliyor. Birileri bir şeyler yapsın istiyor. Birileri bir şeyler söylesin, sesimizi duyursun istiyor.

Siyaset kurumuna verilen tepkinin haddi hesabı yok. ''Genel Başkan ne derse o. Dayatıyorlar bize. Kendileri seçiyorlar, bize de onaylattırıyorlar. İstemiyorum arkadaş!'' diyor. İstediğini tercih etmek yerine, istemediğinin yanında yer alıp, ''Ne yapayım, başka alternatif sunulmadı'' diyerek, alternatifin de birileri tarafından bulunmasını bekliyor/bekliyoruz.

Biz bu kafa ile daha çok bekleriz. Öncelikle kafalarımızdaki, düşüncelerimizdeki uyuşukluğu, ''hep birilerinden bir şeyler bekleme'' alışkanlığınızı bırakıp, taşın altına parmağımızın ucunu bile koyabilsek yeter. İşte o zaman kimseden beklemeden, kimseyi suçlamadan daha güzel günleri yaşayıp, yaştabiliriz...