ÖRSELENMİŞ zaman dilimlerinde düşmeli akla, kum taneleri adedince umut. Ve kalbe inmeli aralık bırakılan tüm düşlerin kıyısından. Kapı arkasından bakan sevimli, haylaz ve bir o kadar da güleç bir körpe yavrunun bakışlarına düşmeli. 
Bütün oyuncakları koca koca devler tarafından çalınmış bir masumun, hayallerinde biriktirdiği kum tanelerini tahtadan yapılma bir arabaya yüklerken, son hıçkırığını da geride bırakmanın sevincini yaşamak… Ve tutunmak yaşama, kirpik uçlarında düşmemek için çırpınan damla misali. 
Hayatın iksirini sunuyor her mevsim. Tüm yaşanılacak güzel veya güzel olmayan günleri beraberinde getiriyor, kapı eşiklerinde bekleyen misafiri andırmadan girerken içeriye. 
Taze bir gök mavisi getirmeli yağmur bir nisan sonrası. Ve bırakmalı dağın eteklerine gökkuşağının yedi rengini. Altında top oynamalı kasabanın delikanlıları. Saçları örgülü kız çocukları tutmalı gök kuşağının uçlarından ve ip atlamalı yedi rengin arasından güneşe karşı gülümseyerek. 
Bugün cümbüş var gökte. Maviliğin arkasına gizlenen kar taneleri, sokakları beyaza bürüyeceği anı bekliyor, söğüt ağacına tüneyen serçenin umurunda olmaksızın.  Akşam karanlığında gök tavanında salınan yıldızların habercidir güneşin tepelerin ardına kayması. Her kar tanesinde ürperen bir evsizin, mavi bir gök yüzünün yanında, sıcak bir temmuz sabahına uyanmayı düşlemesidir umut…
“Bir umut var” dedi sarı benizli çocuk, seyrek dişlerinin arasından. Maviler biriktirdim sana, karanlıkların üzerini örtsün diye. Bir çocuk “Bir umut var” dedi, sarı saçlarını çamurlu parmaklarıyla okşar gibi tarayarak. Bir erik ağacının altında oturan ihtiyar bir adamın çökmüş bakışlarına düştü sarı benizli çocuğun “bir umut var” cümlesi. 
Selvi ağacının altında misket oynayan hayta veletlerin, toprak zemine dizdikleri misketleri vurmanın heyecanıyla gülümsedim sabaha. “Bir umut var.”
Sonsuzluk iksirini yudumlarken bir bilge, çıplak ayaklarını oturduğu nehrin serin sularına değdirirken bütün kötü ruhlu insanlardan kaçmanın ve kaybolmanın ne kadar sevecen olduğunu hatırlamasıdır umut.
Eski bir tavan aralığında sıkışıp kalan tozlanmaya yüz tutmuş kitapların arasında kalmak belki de umudun en yaklaşılır halidir. Kaçmak, alabildiğine zamansız zaman dilimlerinden. Bir nefeslik kapı aralığından bakmak hayata. Serkeş bir yaşamın kollarında apansızca düşmemenin rüyasına dalmaktır umut. 
Bir kahvenin ilk yudumunda…
Bir dağ çobanının tarla kenarında odun ateşinde demlediği sıcak bir demli çay kıvamında…
Bir annenin yeni doğmuş evladının kokusunu içine çekmesinde gizlidir umut. 
Baharı bekleyen küçük bir serçenin ayaklarına dolanan toz zerresi getirmeli…
Tahta bir kapı aralığından içeriye süzülen rüzgar, pencere kenarında, yüksekçe bir sedirin üzerinde oturan seksen yedisine merdiven dayamış ihtiyar bir kadının alnına serinlik bırakmasında saklıdır umut. Serinlemiş ve en çokta kırışmış alnını silen seksen yedisine merdiven dayamış ihtiyar kadın, pencerenin altında oynayan iki yavru köpeğin hokkabazlıklarına umutla gülümsedi. Tüm sevecenliğiyle hislendi seksen yedisine merdiven dayamış kadın tüm umutlarını kirpiklerinin ucundan pencerenin kenarına bırakarak. 
“Bir gün her şeyin daha iyi olacağını düşünmek umudumuz bugün her şeyin iyi olduğunu düşünmek yanılgımızdır” der Voltaire. 
Gizemli olanı bulmak veya ona ulaşabilmek midir umut? Sıcacık bir düş kuran, alnı soğuk otobüs camına yaslı işçi emekçisinin eskimiş kahverengi paltosunun iç cebine biriktirdiği tebessüm müdür umut? Fillerin tepiştiği bir zamanda çimenlerin ezilmesine üzülmeyen katı bir kalbin yanından geçer mi ki umut? Zamanın örsünde dövülürken göz yaşları, ıslattığı her yanağın hakkını ödeyememenin çaresizliğinde saklıdır beklenen umut…