KORONA viris ile mücadele kapsamında sokağa çıkma kısıtlaması olunca, hep birlikte evimizin penceresinden sokağa seyretmekten pek öteye gidemiyoruz. O bakışlar bir süre sonra bakılan sokakta bir noktaya dikilip, zihnimiz eski bayramlara doğru bir yolculuğa çıktı/çıkıyor...
Çocukluk yıllarımın geçtiği Selvi Caddesi geliyor gözlerimin önüne. Günler öncesinden başlayan hazırlıkların ardından, arife günü bitmeyen bir gecenin sabahında, büyüklerimizin bayram namazından dönüşlerini beklerken, sabırsızlanırdık. Derdimiz, biran önce sofraya oturup, yemeğimizi yedikten sonra bayramcalıklarımızı giyip, elimize birer naylon poşet alarak, sokağa fırlamaktı...
Babam her bayram sabahından camiden yanından bir-iki misafiriyle dönerdi. 'Tanrı misafiri' der, karşılardık. Annem, bildiği için ona göre hazırlık yapardı. Bayramcalıklarımızı önceden giyemezdik, 'kirlenmesin' diye. Yemekler yenir, sofra kaldırılır. Önce misafirlerle bayramlaşılıp, uğurlanır. Ardından, babam makada oturur, önce annem bayramlaşır, yanına ilişir. Akabinde, en büyükten en küçüğe doğru bayramlaşan, babamın sağından itibaren makada dizilerek, bayramlaşma faslı tamamlanırdı...
Ve.. artık sıra beklenen an gelirdi. Bir odaya girer, bayramcalıklarımızı giyer, elimize iki ayrı torba alırdık. Birisi gittiğimiz komşularda bize ikram edilecek şekerler için, diğeri kırık leblebi, boyalı şekerler için. Bayramlaşma faslını bitirmemize karşın. Bayramcalıklarımızı giydikten sonra evden ayrılmadan bir kez daha babamın yanına gider, bu kez babam bize ne kadar yakışıklı veya ne kadar güzel olduğumuzu ifade edip, yanaklarımızdan öperek, bayram harçlığımızı elimize tutuştururdu...