BABAMIN veya abilerimin büyük gelen pantolunundan, gömleğinden dikilen bayramcalıklarımla mutluydum. Altına, 'büyüyünce de giyer' denilerek, bir-iki numara büyük alınan, hem milli hem de dini bayramlarda giydiğim; kış ise soğukkuyu, yaz ise naylon ayakkabılarımı ayaklarıma geçirip, kendimi sokağa attığımda, benden özgür, benden mutlu daha başka birisi yoktu...
Mahallenin gobelleri, guruplar halinde bayram gezmesi yapardı. Bizim gurupta benimle birlikte, Reşat ve Kardeşi Ayşe, karşı komşumuzun kızı Zeliha yer alıyordu. Bayramlaşmaya her zaman olduğu gibi Süleyman Amcadan başlamak gerekiyordu. Mahallenin tüm çocukları Süleyman amca ve eşi Hanım abla ve kızları Selma'nın yaşadığı evde çok mutluydu. Üstelik Süleyman amcamız çok da bonkerdi. İlkokula giden çocuklara 25 kuruş, üst sınıflara gidenlere 50 kuruş harçlık verirdi. Eve gelen çocucukları, diğer komşularımız gibi kapıda bırakmaz, içeriye buyur ederlerdi. Kurban bayramında et kavurma, şeker bayramında şeker, kırık leblebi, boyalı şeker, yaz mevsimiyle bahçeden toplanan meyve de harçlığımız dışında ilave olarak ikram edilirdi. Süleyman amca bizlerle sohbet eder, derslerimizi sorar, 'okuyun, okuyun büyük adam olun' der, arkasından da, 'bu ülkenin sizlere ihtiyacı var' diye eklerdi. Sevinirdik. Bizi 'adam yurduna koydu' diye düşünür, mutluluktan uçardık...
Süleyman amcadan çıkıp, ikinci durağımız hemen karşıda, yolun kenarında bulunan karakolun bahçesine gider, askerlerle bayramlaşırdık. Rütbeli komutanlar çardak içindeki masada oturur, çocuklara şeker ve kolanya ikramında bulunurlardı. Rütbelilerin elini öper, çoğunluğu esas duruştaki askerlerle tokalaşır, asker selamı verirdik...