Sabah erkenden kalkıp bağa gideceğiz. Annem bağda yemek için yiyecekler hazırlıyor. Babamda ahırdan Eşeği çıkartıp heybeyi Eşeğin üzerine attı, birde minder atarak beni heybenin bir gözüne diğer bir gözüne de iki kardeşimi koydu. Babam da eşeğe binip ablamı kucağına aldı.
Annemizde arkamızdan yürüyerek on - on beş dakikalık bir yolculuktan sonra bağa geldik. Bizi heybenin gözünden indirdiler. Kısa bir müddet ayağa kalkamadım. Çünkü, ayaklarım uyuşmuştu. 
Annem armut ağacının dibine getirdiği eski çulu yere sererek bizi o çulun üzerine oturttu. Babam fasulyeleri sulamak için küreği omzuna attı. Birde türkü mırıldanarak suyu fasulyelere yönlendirmek İçin uzaklaşıp gitti.
 Annem de boş durmuyordu. Bizlere taze salatalıklardan getirerek onları yememiz için verdi. Kardeşlerimizle o salatalık senin, bu salatalık benim diyerek kısa bir münakaşadan sonra kahvaltı hazırlandı. Babam suyu fasulyelere yönlendirmiş nihayet o da kahvaltıya yetişti.
Bu arada birazda bağımızdan bahsedelim. Kalın gövdeli Kavak ağaçları, uzun Servi ağacı, Söğüt ağaçları gibi meyvesiz ağaçlarla adeta süslenmişti. Meyveli ağaçlardan Erik, Kayısı, Armut vs ağaçları vardı. Bağımızın alt tarafından öz (dere) akar. Kuşlara gelince çok çeşitleri var. Kuşların sesi, ağaçların sesi, özden akan su sesi, küfül küfül esen rüzgar... Bu güzelliklerin içinde derin nefes aldığınızı hissedebiliyorsunuz. Sanki sizi tedavi ediyor.
Evet öğlen olmuştu. Karnımız acıktı.
Annem ellerini yıkadı, odun ateşi üzerinde domatesli tereyağlı bulgur pilavı pişirmeye başladı. Babamda sulama işine devam ediyor.
Ben elime sepeti alıp meyve getirmeye gittim. Ablamla birlikte Annem üç taşın üstüne bakır kazanı koymuşlar. Altında odunlar yanıyor. Pilavımız pişmek üzere. Babam da geldi, yorulmuştu. Ayaklarını uzatıp oturdu.
Yan tarafta akan özün bitişiğinde yerden kaynayarak çıkan eşme suyu var. Babam oradan içmek için suyu istedi. Küçük tasla suyu getirip babama verdim.
“Eşmeden” anlatmadan geçemeyeceğim. Eşme,
Bu suyun özelliği, özden akıp giden sudan  almıyor. Hemen yanından  ve yer altından kaynak olarak çıkıyor.
Soğuk, temiz ve tatlı bir su. Bu arada pilavımız pişti, soframız hazırlandı. Bizim bağın yan tarafındaki komşuları da Babam yemeğe davet etti. Birlikte yemekleryendi, torba yoğurdundan kesekli ayranlar içildi. Derin bir muhabbet başlamıştı. Babam bir ara eşmeden su içmeye indi. Özün içinde inilti geliyordu. Herkes o sese doğru koştu. İnleyen Babamdı. Koluna girdiler, kenarda düz bir yere yatırarak kafasını su ile yıkadılar. Babam karnını tutuyor. Belli ki çok acı çekiyordu. Ne yaptıysalar fayda etmedi, adeta kıvranıyordu. Tek çaremiz Köye eve geri dönmekti. Kısa zamanda toparlandık, Köyün yolunu tuttuk. Nihayet eve gelmiştik.
Babam halen acılar içinde kıvranıyordu. Komşulardan duyanlar geldi. Ev bir anda kalabalıklaştı. Her gelen kendine göre bir tedavi usulü öneriyor. Hiç biri fay
da etmiyordu. Sonunda karar verildi. Vilayete hastaneye götürülecek.
Köyümüzde bir otobüs var. Otobüsün vilayetten gelmesini beklerken Babamın yanında gideceklere karar verildi. Otobüs geldi. Annem, ve  yanında birkaç kişi daha oldu hastaneye gittiler.
Evimizin içi çok kalabalıktı. Buna rağmen evde çıt çıkmıyordu. Akşam oldu. Komşular kendi evlerinde yemek hazırlamışlar getirdiler. Birlikte gelen yemekleri yedik. Yemekten sonra herkes evlerine gitmeye başladı. Bizim yanımızda komşulardan birini bıraktılar. Gece yarısı oldu. Babamdan bir haber yok. Yataklarımız edildi. Dört kardeş bir yatağa yatıp uyuduk.
Evde yükselen ağıt sesine uyandım. Ağlayan Annemdi. Komşular Annemi teselli etmeye çalışıyorlar. Annem bir ara ağıdını keser gibi yapıyor ama tekrar ağlamaya devam ediyor. Ben olan bitene bir anlam veremiyorum. Soru soramıyorum. Dinlemek ve olan biteni seyretmekle yetiniyordum. Babamın ,apandisti patlamıştı. Derhal ameliyata almışlar. Ameliyat tamamlandıktan sonra, Babamı yoğun bakıma bırakıp, Annemle Dayım Köye dönmüşler. Vilayette Babamın emmisi var, Şeker emmi diyoruz. İsmi gibi şeker bir İnsan. Hemşire okulunda hademelik görevinde çalışıyor. Sağ olsun Babamla o ilgileniyormuş.
İki - üç gün sonra Köye bir haber gelir. Annemi acele hastaneye çağırıyorlar. Annem sabah otobüsle Vilayete gider. Şeker Emmi başta olmak üzere birkaç kişi doktorun yanına varırlar. Doktor; Babamın gizlice çok su içerek, komaya girdiğini ve her an ölebileceğini söyler.  “Bir serum takalım, Köye Çocuklarının yanına götürün, Köyü ve Çocuklarını  sayıklıyor,” der.
Öğleden sonra otobüs Köye gelir. Babamı da getirirler. Biz, sabah komşularla bağa gitmiştik, Babam bizleri istemiş. Şeker Emmi’nin oğlu Nuri Emmi koşarakyanımıza geldi, “Haydi gelin, Babanız geldi, sizi istiyor.” diyerek bizi eve getirdi. Evet, eve gelmiştim. Gelmiştim ama evde bir gariplik var, bir şeyler olmuştu. Babam iyileşmemişti. Doktora giden iyileşir ama Babam iyileşmemişti, yatıyordu. Biz içeri girince, Babam gözlerini açtı, sırayla bizi öptü ve konuşmaya başladı:
-Komşular beni iyi dinleyin. Kızım Ayşe’yi okutun. Büyük Oğlum okursa okusun, okumaz ise marangoz ustası olarak yetiştirin, diğer iki küçük Çocukları çocuk
yuvasına verin. Eşime gelince, isterse evlenebilir.” diyerek konuşmasını sürdürüyor du. Ben kalabalığın  arasından dışarı çıktım. Akşam oldu. Komşulardan  gelen yemekleri yedik. Kısa bir süre sonra bizi yatırdılar.
Uykuya daldık. Gece yarısını geçmiş olmalıydı ki, bir ağıt, bir figan ile uyandım. Gözüm hemen Babama yöneldi. Babamın üzerine bir örtü kapatmışlar. O!.. ölmüştü! ...
Acı haber tez ulaşır derler, kısa zamanda ev İnsanlarla dolup taştı. Beni ve kardeşlerimi komşular götürdü.
Sabah oldu, Güneş yükselmişti. Eve gitmek için kaldığım yerden müsaade isteyip bizim evin bahçesine geldim.
Büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Bir köşede büyük bir  kara  Kazan!... koymuşlar, altında ateş yanıyordu. Ağlayanların sesi Köyün diğer yanından duyuluyordu. Köyün İmamı da geldi. Tahtadan yapılan iskelenin üzerine Babamı yatırdılar. Köyün İmamı, Babamı kara Kazanda kaynayan su ile yıkadı. Beyaz bezle sarıp, tabuta koydular. Daha sonra tabutu omuzlayarak Caminin önüne getirdiler. Cenaze Namazı kılındı. Tabut tekrar omuzlanarak mezarlığa doğru yöneldik. Mezarlıkta bir çukur eşmişler. O çukurun yanına tabutu koydular. İmam duasını bitirdikten sonra, kefen dedikleri beyaz beze sarılmış şekilde Babamı aldılar eşilen o çukura koydular. Üzerini toprakla kapatarak baş tarafına bir de taş diktiler.
Büyük bir mezar olmuştu. Babamın boyu bu kadar büyük müydü? Yoksa bana mı öyle geliyordu, bilemiyorum. Sanki bir el boğazımı sıkıyordu. Ağlayamıyordum... O ölmüştü... Artık yaramazlık yaptığım zaman beni Dövecek!... Babam yoktu. Onu toprak bağrına basmış, bu benim, vermem, diyordu adeta.
Selam ve dua’larımla.