İKİBİNLİ yılların başında yorulan siyasi yapıya bir tepki olarak halkın geniş desteği ile muhafazakarlar iktidara geldi. Önceki dönemlerde iktidar ömrü çok kısaydı. Sık sık el değiştirir ya da zinde güçler tarafından devrilirdi. Başlarda bu iktidar için de aynı vahim sonları öngören medya yahut kurumlar mevcut iktidarın ömrü uzadıkça huzursuz oldular. 
Bu yazımızda 2007 sonrası ülkedeki bazı temel olayları irdeleyeceğiz.
İki bin yedi yılında seçimi ikinci kez muhafazakarlar aldığında gerek muhalefet gerek bazı yayın organları toplu halde saldırıya geçtiler. Seçim beyannamesinde yazanları gerçekleştirmek isteyen iktidar önce muhalefetin sonra yüksek yargının tehdidi ile karşılaştı. Özellikle iktidar içine yuvalanmış hamam böceği cinsinden yedi başlı oluşumun da kışkırtmasıyla görünmeyen bir savaş başlamıştı. 'Ergenekon, Balyoz' diye uzayıp giden davalar uzadıkça toplum kamplara bölünmeye başlamıştı. Zaten istenilen de bu değil miydi? Bölünmüş bir Türkiye herkes için kolay lokma olacaktı.
'Ergenekon davası' denilince aklıma iki binli yılların başında malum şer odakları tarafından çıkarıldığı sonradan herkese malum olan ancak tarafımızca ne amaca hizmet ettiği bilinen aksiyon dergisinin bir sayısında yazılmış makale gelir. Aksiyon dergisi 2001 yılında Fehmi Koru imzasıyla Ergenekon konusunu işlemiş daha sonra iddianameye konu olacak mevzuları ele almıştı. Aynı dönemde internet üzerinde bazı Atatürkçü ve milliyetçi siteler kurulmuş ve o siteler marifetiyle Ergenekon denilen oluşumun sinyalleri verilmişti. Daha ortada mevcut iktidar yokken hatta partisi bile yokken yapılan bu hamleler planın ne kadar eski olduğunu bizlere göstermeye yetecektir.
Savcılar askerlere savaş açtığında eşyanın tabiatı gereği askerlere sahip çıkmak Atatürkçü çevrelere düştü. 28 Şubat için askeri kesime kırgın olan muktedir muhafazakarlar savcılara tam yetki vermişti. Savcılar ve askerler değildi aslında savaşan, zihniyetler savaşıyordu. Muhafazakarlar geçmişin intikamını alıyordu Kemalizm’den. Gayet doğal olan bu savaşın arka planındaki aktörlerin amacı yavaş yavaş hasıl oluyor, Türkiye kutuplaşmaya başlıyordu. Bugün ülkenin her alanında yaygınlaşan siyasi kutuplaşma ve toplumsal nefretin tohumları o günlerde maklube sofralarında atılmıştı. O yemeği kimlerin yediğini bilmem ama ben beğenmedim. 
2010 yılına gelindiğinde muhafazakarlar yeni bir intikama hazırlanıyordu ya da birileri onları hazırlıyordu: 12 eylül ile hesaplaşmak. Hedefte Kenan Evren görünse de amaç bütünüyle bir kuruma gözdağı vermekti. Silahları kuvvetler darbelerin sonunda ne olacağını iyice anlayacak ve bir daha teşebbüs edemeyecekti. Muhafazakarların kulağına sürekli korku fısıldayan şer odakları, medya yoluyla halkı da aynı çizgiye getirmişti. Anayasa referandumu yüzde 57,8 gibi yüksek bir oyla kazanılmış ve bu yüzdelik dilim aslında kutuplaşan kesimlerin yüzdesiydi. Son başkanlık seçiminde alınan yüzdelere bakarak 2010 yılında muhafazakar tarafta oy vermiş yaklaşık yüzde altılık bir dilimin kimlerden oluştuğunu da gözlemleyebiliriz.
Gelelim bu iki olay ışığında günümüz Türkiyesine. Bugün her türlü iletişim aracında ölümüne yapılan muhalefet, körü körüne verilen tarafgirlik savaşı ülkenin geleceğini tehdit etmektedir. 2016 yılında gerçekleşen ve başarısızlığa uğrayan darbe girişiminin savuşturulduğunu düşünenlerin özellikle bu konu üstünde düşünmesini rica ediyorum. Basit bir örnekle açıklayacak olursam 26 Agustos tarihine bakalım. 1071 yılında Türklere Anadoluyu açan Malazgirt Savaşı ve 26 Agustos 1922 yılında başlayan Büyük Taarruz. Toplumun bir kesimi bu tarihi Malazgirt ile yad etme çabası güderken diğer kesimi ise Büyük Taarruza odaklanmıştır. Her iki olay da bizzat milletimize aitken taraflar diğerine sahip çıkmamaya gayret etmektedir. Tarihte olmuş olaylar ve kişiler üstünden yaşanan bu ayrışma gelecekte şiddetini daha da artıracaktır. 2016 sonrası yeraltına inen hamam böceklerinin yaydığı kara propaganda halen devam etmektedir. Tepelerde konuşulan olumsuz dil tabanda dalga dalga düşmanlık yaymaktadır. Bir hafta önce müjdesi verilen bir doğalgaz kaynağının bile tartışma konusu olduğu bir ülkede yaşadığımızı hepiniz görüyorsunuz. Ben neden bulamadım da o buldu mantığı ile hareket eden, ülke menfaatlerini değil de tarafının menfaatlerini düşünen insanlara dönüştüğümüzün de farkındasınızdır.
Geçmiş yıllarda saçılan şer tohumları ile mücadele etmek, kendini bu ülkeye ait hisseden her vatandaşın asli görevidir. Bu devletin makamlarını ve kurumlarını aşağılamak, onlar üzerinden propaganda yürütmek asla ve asla Türkiye’ye faydalı olmayacaktır. Bugün sosyal mecralarda adalet arayan, “twitter olmasa suçlular cezasız kalacaktı” diyen bir birey adalet bakanlığına, içişleri bakanlığına ve bunların bağlı olduğu Başkanlık makamına karşı suç işlemektedir. 'İktidar bizden değil' diye her türlü iftira ve karalamayı yapanlar iktidara değil bu ülkeye saldıran oluşumlardır. Daha iyi yönetmek için bir programa sahipseniz halkı ikna eder makama siz gelirsiniz. Sadece laf kalabalığı yaparak muktedir olma şansınız yoktur. 
Ülke olarak en büyük sorunumuz ekonomi değil, ayrışmadır. Birlik ve beraberliğin tesis edileceği bir ülkede diğer sorunları aşmak çok kolay olacaktır. Sultan Alparslan Malazgirt’i, Atatürk Milli Mücadeleyi birlik ve beraberlikle kazandı. Okyanus ötesinden esen yellerden bağrınızı, çalan şarkılardan kulağınızı uzak tutun. 
Sağlıcakla kalınız.