BEYAZ  karlarla  fazla  kartopu  oynamadan.  Uzun  geceler  kuru  ve  ayaz  geçen  kış  günleri  coşkun  akan  selleriyle  baharla  buluştu.
Kuş  cıvıltıları  beste  çalışmaları  yapıyor.  Toprakta  sevda  kazanını.  Fokur, fokur  kaynatarak  tüm  canlı  varlıklara  izzeti  ikramda   bulunarak  rahmet  sofraları  hazırlıyordu.
Bizimki’de boş  durmuyor  yürüyemeyen  ayak  parmaklarına  diktiği  güllerin, çiçeklerin  topraklarını  aktarıyor  kuruyan  dallarını  budayarak  göz yaşlarıyla da  can  suyuna  can  katıyor:
-Çok  şükür  sabır  ağacımızda…  büyümeye  başladı.  Birde  meyve  verselerdi, diye mırıldandı.
Dondurucu  ve  soğuk  geçen  kışın  ardından  gelen  bahar  aylarıyla  Rabbi  Bizimki’ne  bir  sürpriz de  bulunuyordu.
Penceresini  tam  karşıdan  görecek  şekilde  taş  betonları  yararak  sarı  çiçek  açan  çok  güzel  bir  çiçek  dalı  yeşertti  günlük  sarı, sarı  çiçekler  açıyor.  Bizimki’nin  gönlünde  coşkun  akan  sevgi  selini  bir  şelaleye  çeviriyordu.
Her gün  sıcacık  yatağından  kalkarak  ellerini  ve  yüzünü de  bir  güzel  yıkayarak  saçlarını  tarıyor ve güzel kokulardan da  dökünüyordu çünkü… sarı  çiçeğine  iyi  ve  hoş  görünmeyi  istiyordu.  
Yine  bir  Cuma  günü  penceresinin  perdesini araladı penceresinin kanadını da iyice açarak dışarıdan gelen havayı nefes  vermeden  içine  çekti.  Gözleriyle de  Rabbinin  hediye  eylediği  sarı  çiçeği…  seyre  dalıp  dilleriyle de  mırıldandı:
-Kurban  olduğum  Allah  sen  ne  büyüksün.  Sen  istersen  taş  betonları  yarıp  arasından  güller  veriyor.  Cansız  yumurtaya  canlar  katıyorsun  en  güzeli de.  Bana  bu  gülleri  gösterip  güller  der diriyorsun.  Sana  ne  kadar  şükretsem  azdır.  Sana  sonsuz  hamt  ve  şükürler  olsun, diye. 
Gözlerinden  akan  coşkun  şelaleyle  çiçeklerini  sabahları  sulayarak  cıvıldaşıyordu.
Annesi: 
-Oğlum ben  bakkala  gidiyorum  bir  şey  istiyorsan  alıp  getireyim?, dedi.
Bizimki…  masanın  üzerinde  duran  sürahiden gene bir bardak su doldurarak annesine  doğru  uzattı  eliyle de  karşı  tarafta da çiçek bahçesi gibi görünen sarı çiçeği…  göstererek:
-Bu  suyu  o  sarı  çiçeğime  her zamanki  gibi  gene  götür  sana  zahmet  besmele  okuyarak  çiçeğe  dök, dedi.
Annesi  bir  bardak  suyu  eline  alarak:
-Evdeki  çiçekler  yetmiyormuş  gibi  şimdi  birde  sokaklardaki  çiçeklerimi  korumaya, sulamaya  başladın,  diyerek  söylene, söylene  bakkala  gitti.
Bizimki…  çiçeğe…  olan  sevgisinden  bir  anda  gamlanarak  derin, derin  iç  çekti:
-Bugün cuma yanma günü kaynama günü. Ya kül yada gül olma günü, diyerek.   
Kor ataş’la yanıp  kavrulan  gönül  ataşına yeni, yeni  dua gülleri ve sevgi  yakacakları…  atarak, yürek  yangınını hak sevdasıyla  alazlandırıyordu.  Bir taraftan da Ay, sen’i…  düşünerek: 
-Bugün Cuma her özel ve mübarek gecelerde telefon edip sorduğu gibi. Gene  arar bugünde onun sesini işitir dua dolu sözlerini de duyar mıyım. Gene yüreğim  kabarıp çareler gözlerimi yaşartır mı?...  Çiçeğim… ben ona  her derdimi   anlata  biliyorum ama  keşke, keşke  birde  “seni  Allah  için  çok  seviyorum”  diye bilseydim. 
Ya beni yanlış anlayıp ta. “Seni  Allah  için  seviyorum”  dediğimi.  Bir gencin güzel  bir  kıza  mendil sallamayı ve kekil tarama  zannederse çok korkuyorum  çiçeğim.
Halbuki benim sevgim Yunus’ça,  Mevlana’ca  dağları  delen  Ferhat’ça  keşke  bu  sevgimi  söyleyebilsem. 
''Çiçeğim  bir  gönül’e  girmeyince  sevdiğine, sevgiliye  gidilmiyor” diye. 
Çiçeğine sevgi gülücükleriyle karşıdan  karşıya dert yanıp sızlanıyor bir  taraftan da: 
-Dur çiçeğim dur hele şu türkümü de   bir dinle, diye mırıldanıyordu. 

*** 

Günlerden  Cuma. Gene  sabah  oldu. 
Perdem  aralandı,  pencerem  açıldı. 
Gözlerim  seni, burnum  kokunu  içime  çekerek. 
Şükür  dolu  hamt  dolu  türküler  mırıldandı. 
Türkümün  adı da  sarı  çiçeğim... 

Kurumuş  dallarını  budadım.  Yüzüme  bakarak,   
Gülümseyip sızlandı... Canın mı  yandı  çiçeğim?. 
Birden  benzin  soldu. 
Hani  çiçekler  solmaz  hep  renk  verirlerdi. 
Yoksa, yoksa sevdiğin yüz çevirip nazar mı 
eyledi?. 

Ben  sana  demedim mi?. 
Bu  güzelliğin  göz  kamaştırır,  yürekler  yakar. 
Aç  buğulu  gözlerini  çiçeğim. 
Bak, yanık yüreğime, ben yandım bir  gülüm 
 kaldı... 

Hadi  gel  yanık  yüreğimizle  dua  edelim. 
Hani,  yeşil  bayırlarda  evimiz  vardiya. 
O sonsuzluklarda  el  ele  tutuşup  gezi  yapar; 
Bazen de  bir birimizi  kovalardık... 

Yorulunca da sırt  üstü  yatıp  beğendiğimiz. 
Yıldızları  ellerimizle  tutup,  karanlık  dağların   
Ardına  atardık,  yanan  yürekler  bizi  bulsun;   
Aydınlık olsun; Rahmet sofrasında gönül doyursun... 

Çiçeğim  dur hele,  kulağıma  sesler  geldi...! 
Evet, evet bugün Cuma  hani  kadirleri, şabanları;  
Ramazanları  ve  karanlık  geceleri, göz yaşlarımızda  saklı. 
Kurutulmuş  ıslakları  göndermiştik ya.  
Evet, evet  bizi  çağırıyorlar. 

Size  sonsuz  gül  bahçesi  verdik!. 
Suyu  kurumuş  beş  pınarınıza  sular, 
Sevgili gölgesinde dinlenesiniz diye 
mola verdik... 
Hadi  alıp  gelin;   
Ay ,seni izi, menekşe, laleni izi  ve  öksüz oğlanı.
       
Göçünüz  hoş  sevginiz, sevdanız  daimi.  
Mekanınız  cennet ola... 
***
 Selam ve dua’larımla.