SOBA ilk olarak 1600 yıllarda Avrupa ve ABD’de su ısıtma aracı olarak üretilmiş, sonrasında evleri ısıtmaya yönelik kullanılmıştır.

İstanbul’a soba, 1850’li yıllarda geldiğini Haluk ŞAHSUVAROLU isimli yazardan öğreniyoruz.  Fakat bu yeni ısınma vasıtası hemen kabul görmemiş, ilk zamanlarda zengin evlerinin başköşesine kurulmuş bir odaya münhasır kalmış ve sobalı oda olarak anılmıştır. Konakların, sarayların (sobalı oda) diye anılan bir odaları bulunur ve aile erkânı bu odaya toplanarak ısınmaya çalışırdı. Bu devirde İstanbul’a ilk sobaları getiren ve soba satışları yapan Fransuva isimli bir yabancıdır. 

Sultan II. Abdülhamit Han, Şehzadeliğinde buradan ilk sobayı alıp Dolmabahçe sarayındaki dairesinin bir odasına kurdurmuştur. Efendi, dışarı çıktığı bir gün, vehimli Hükümdar Sultan Azize saraya bir soba kurulduğu bildirilince Padişah hemen bunu söktürtmüş, Abdülhamit Efendi de sobasını Kâğıthane’deki köşküne koydurtmuştur. Sultan Hamit, hayatının sonuna kadar sobalarını hep Fransuvaya yaptırtmıştır. Hükümdar, kış günleri yatak odasındaki çini sobayı kendisi tutuşturmayı sever, sobalarının ön kapaklarını mikadan ister, ve yanan odunların aydınlığını seyretmekten büyük bir zevk duyar. Bu manzaraya bakarak yanındakilere: (Ateş, kışın çiçeğidir) derdi. 

Türkiye’de “Anadolu topraklarında” ağır geçen kışlar sebebiyle ısınma sorunu daha çok ocak, mangal ve ahır sekisi olarak da adlandırılan, hayvan damı ile iç içe kışlık odalar düzenlenmiş. Ahır sekisi deyimlerimize de yansımış, “oturduğun yer ahır sekisi, söylediğin İstanbul türküsü” halk deyimini türetmiş, dev aynası yerine boy aynasına bakınmayı öğütlemiştir. Ahır sekisi yoksul ailelerin ahır ile iç içe olduğu, içeriyi aydınlatan pencerenin dam başında kuş yuvasını andıran ışıklığından ibaretti. Hayvanların nefesleriyle ısınmak, tüm aileyi soğuktan koruma yöntemiydi. Özellikle Camız bulunan damlar çok daha sıcak olduğundan her evin olmazsa olmazlarındandı. Ahır sekisinde yaşamak zorunda kalıpta içerideki hayvan sayısı az ise, komşuları kısır mandasını komşunun ahırına bağlayarak rahat bir kış geçirmelerine imkan sağlardı.

Anadolu evlerine sobanın girişi ise Osmanlı Rus Harbi, “93 Harbi” olarak ta bilinen 1877 yıllarında Ruslara esir düşen Osmanlı askerleri burada gördükleri ev ısınma aygıtlarını hafızalarına kazıyarak memleketlerine döndüklerinde ilkel biçimde evlerine yaparak bir nevi dışarıdaki ocağı evlerine taşımış, Soba borusu yerine de eskiden akarsu yollarında kullanılan pöhrekleri kullanmıştır. Asıl ilgin olanı ise bugünkü kullandığımız kalorifer sisteminin Lök köyünde Karaca Bey konağının kalıntılarında rastlamaktayız. Konak içerisinde haneye özel bir hamam yapılmış olup, hamamın sıcak su yolu odalar içerisinden geçirilmiştir. İlk soba reklamına da 1893 yılında Nora sobasına rastlamaktayız. Sonraki yıllarda tenekecilerin vazgeçilmez sanatına dönüştüğü görülür.  

Ocak….

Ocak bir evin olmazsa olmazlarından bilinir, aynı zamanda ocak çok geniş anlam ifade eder. Kimi zaman ocak; o hanenin tamamıdır. soba ise sadece bulunduğu ortamı ısıtan bir gereçtir.

Ocak ile ilgili öyle öyküler, deyimler, türkülerimiz vardır ki, dinlediğimizde gözlerimiz buğulanır, yüreğimizin yarısı göçer. Söylenen türkülerin yöresine bakılmaksızın içerimize içler.

İstiklal Şairimiz Mehmet Akif ERSOY’a göre Ocak; ülkenin tamamıdır..

Korkma, sönmez bu şafaklarda 
yüzen al sancak; 
Sönmeden yurdumun üstünde tüten 
en son ocak. 
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak

Yozgat köylerinde birinden derlediğim acı bir öykünün “Ocak” vurgulu ağıtında kızını kaybeden bir anne evladı için öyle içli bir ağıt yakar ki aradan yüz yıl geçmiş olsa da hafızalarda derin izler bırakmıştır.

Gümüş ıbrık süremedim ocağa
Ak perçemler saramadım kucağa
Mevla’mın da yakmadığı ocağa 
İstanbul’dan mum getirsem yanar mı
Ocağınız, bahtınız şen olsun. 

Ocak demişken; Ülkücü camianın çilekeş başkanlarından Kadir BARAN Ağabeyimizi kaybetmenin hüznünü yaşıyoruz. Başta ailesi olmak üzere, Ülkü camiasına ve tüm sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Ruhu şad, mekanı Cennet olsun.