Yanında, İnönü, A.F. Cebesoy, Fethi Okyar, Cevat Abbas, Fevzi Çakmak vardı… Hepsi de beyaz, doru kıratlara binmişlerdi… Üstlerine savaş meydanlarında ki, kıyafetleri giymişlerdi… Çiftliğin içerisinden geçip, Söğütözü’nde durdular…  
Atatürk rezidanslara bakıp, İnönü’ye sordu: 
“ İsmet,  binaların üzerinde anlayamadığım! adlar var, nedir bu yabancı adları?” 
İnönü “Bunlar modernlik olsun diye binalara Türkçe dışında adlar koymuşlar.”
Atatürk “Vah vah…” dedi. 
Atatürk, “Şu çiftliği bir dolaşalım…” dediğinde, 
Cevat Abbas “Paşam dolaşmayalım, sizin çiftliğin yerinde yeller esiyor, yarısı gitmiş…”
Atatürk “Nasıl yani..?
Cevat Abbas “Paşam spor klüpleri dahil, canı isteyen istediği her yapıyı yaptı. Çiftliğin adı kaldı…”
Atatürk “Oysaki ben burayı milletime bağışlamıştım, hemen buradan uzaklaşalım…” deyip, atını sürdü. 
İnönü’ye “Şu Sümerbank’a gidelim de, bir yorgunluk kahvesi içelim.”
İnönü “Ne Sümerbank kaldı, ne de diğer kitler, hepsini özelleştirmişler…” 
Atatürk “vah, vah…”
Atatürk “Ya İsmet, buralarda tertemiz su taşıyan çaylar, dereler vardı, ne olmuş onlara göremiyorum da…”
İnönü “Hepsinin üstü kapatılmış…”
Atatürk “vah, vah…”
İnönü “Paşam biraz dolaşalım mı?”
Atatürk “Yeter İsmet yeter, biz geldiğimiz yere dönelim” deyip, gözden kayboldular…