Serli parmaklarımın arasından kayan kalemim Temmuz’a bir çentik daha attı…
    Dün on Temmuz’du, sen doğmuştun anne bundan seneler önce. Ben yine unuttum değil mi? Neyimi? Ne olacak anne, ömrünün en gürbüz gününü askıya aldım kara bağlamış kalbimde. Oy benim kadersizim; kim bilir ömrünün ırmaklarından kaç Temmuz aktı hicran dolu yatağını buldu? Sen olsan unutmazdın, atlamazdın. Bilirim sen olsan her belaya çatar yine gelirdin. Geldim ama geç kaldım anne. Üzüntüm dağlar kadar, yüreğim gecenin dördünde hala ağlar…
    Enstrümantal yalnızlığımın en güzel ezgisi sendin. Titreyip büzüştüğüm gecelerimin yorganı ellerin, yastığı acı dolu göğsündü anne.
    Aldığın her nefeste eziyettim, hiç büyümeyen çekilmez çilen bendim. Söyle anne hangi gün güldürdüm? Hangi gün sevindirdim ve hangi gün bir dirhem acını dindirdim?
    Konuş benimle anne, bir şeyler söyle? Mesela kız bana; “doğum günüm bugün, neden unuttun?” de, de ki; “bir kere bahar görmedim, baharımdın hani evlat? Bu nasıl bir hazan? Bunun için mi büyüttüm seni ben?” de anne… De de, bu utanmaz başımı taştan taşa çalayım…
    Kalbinin sabrına talibim ve hoşgörünün damlasına anne. Azap rüzgarları esmekte her yanımda ve her anımda yanımda sen. Kıyamam ki ben sana, diyemem ki; “eksik kaldım elma şekerlerinden, kurabiyelerden…”
    Sen ömrünün en eksik yanlarını gizledin herkesten, benden. Şimdi ben nasıl konuşurum, nasıl yerinirim anne? Sen var ya sen; en güzel derdim, en güzel sebebimsin.
    Ne varsa senle gelsin. Zehri bal sayar sürerim yorgun dudaklarıma, hasreti sarar sarar çekerim bağrıma.
    Gece yine ağarıyor, Ankara’nın dört bir tarafında sabah ezanları ve alnın secdede. Bilirim diline takılan bütün dualarda önce ben. Dedim ya; nefesine bile eziyetim çoğu kez. Ay benim kadersiz anam, çekilmez çilesine, gülmeyen yüzüne, ağrıyan yüreğine yandığım anam; dilerim bir gün diner bütün ağrıların, çile mayası olan ömrün yokuşları düz eder bir gün ve sen ömrünün ikinci baharında hep gülersin ay yüzlü anam…
    Ne varsa acılardan arta kalan hep sende, yitik sevdalar, kayıp zamanlar, gözyaşları, yıkılmış dağ artıkları, küller…
    Öyle ki; yanacak bir yanın kalmamış anam. Üzülme, üzenim olmak istemiyorsan eğer.
    Gül, gül ki, yıkık yüzüm bahar bahçe olsun anne. Sana böylesine kırık sözcüklerle geldiğim için beni bağışla, elimden ne gelir ki?
    Altı yaşımdan beri ümitlerimi besledin, bütün ümitlerini bir tarafa bırakarak sonra yetmedi hayallerimin peşine ip oldun, gökyüzünde rengarenk salınan uçurtmamın kuyruğu oldun, bütün uçurtmalarını yakarak. Ve ben hala o afacan yumurcak edasıyla, yüzsüz yüzsüz yüreğinin affına sığınıyorum anne…
    Geldim ve gidiyorum kalbinin kırık kapısından hakkını helal et anne.
    Gönül güvertende bahar yazmasa da, baharın geleceğini bilmelisin. Yine bugün gönül sancağında güneş açmasa da, güneşin bir gün sana da doğacağını bilmelisin anne.
    “Doğum günün kutlu olsun...” En güzel özlemimsin anne…