Öf be anne geceler kapıda kurşun olmuş bekleşirler, dost dediğim yanaşma duyguların bezirganları etrafımda fır dönerler. Bilmem ki feleğin tekmil ödevi ben mi? Yoksa cümle alemde hırsını almadığı bir ben mi var benim bilmediğim bende? Ha anne sen söyle, bilirsin çünkü sen, sen ki yılların nice feleklerini soğurdun göğsünde. Ben emziksiz bir bebek gibi şu koca İstanbul'un ortasında kalmışım, say ki sensiz halen altı yaşındayım anne ve çaresiz Taksim Meydanı'nda uzakların türküsünü mırıldanabiliyorum. Oysaki bağıra çağıra “ben annemi özledim” türküsünü söylemek istiyorum…
    Bu yüksek yüksek yerlere, Yeditepe'nin eteklerine, kim kurmuş gölgesi insanın üzerine çullanan koca koca taş binaları? Orhan Veli biliyorum yalancı değil ama yürüdüğüm caddelerde, meydanlarda, sokaklarda, ne su, nede hava bedava. Bir garip Veli'nin oğlu; “Orhan Veli'nin” eminim uykuları delik deşik anne…
    Sözlerime düzen veren ilham perileri bu aralar sanırım Azrail'in yakın dostları. Hep kapalı bir hava, hep bir karanlık içinde damıtıyorum gül kokmasını istediğim tümcelerimi fakat karanfiller yollarıma dikiliyor anne…
    Bir otel odasının gün ışığına arifesinde kumrular ötüşmekte penceremde. Aksaray yeni bir güne uyanmakta, belki de İstanbul'un kalbi burada atmakta. Öğrenciler, turistler ve de işçiler ha babam koşuşturmakta. Hep yetişilecek bir işleri var sanki. Yüzlerinde yorgun asırların manidar çizgileri hapsolmuş. Yarı baygın, yarı solgun zorla uyanmakta şehir sonra bu şehir; “istersen uyanma” uygun adımlarıyla yaşamakta. Ve ben daha gözümü hiç yummadım anne. Anlayacağın birkaç günüm yine birbirine girdi. Galiba günlerden ya pazartesi ya da cumartesi gerçi ne fark eder ki…
    Ödevi hainlik olanların arasında kaldım anne. Nice adam kılıklı arsızların ekmek parası diye kurduğu bubi tuzaklarında midem bulanıyor.
    İçim almıyor bütün bu kahreden gelgitleri. Galata'dan aşağı umudun oltasını sallayan akşamcının ya da Haliç'te yalanan kedinin aç kursağı yıkar mı bu şehrin adam sandıklarının günahlarını anne? Hiç sanmam yetim hakkı gözetmeyen, namus nedir bilmeyen, kehribar karası umutları söndüren kaypakların cezasız kalacaklarını.
    Bu şehir insana tuzaklar kuruyor, bu şehir insanları dolandırıyor ve bu şehir ha babam birilerini kıskandırıp içine çekip duruyor. Nihayet İstanbul'un taşı toprağı altın sananlar, hüsranlar denizinde boğulup gidiyor.
    Aslında, ağrısız ölümleri özledim anne. Ölmek hakkımı kullanmak istiyorum delice…
    Üzülme sakın! Bana böylesine garip duygular nereden gelir? Hiç anlamam ama bu defa başka anne.
    Çünkü sayıklamalarım çoğaldı, çünkü aymazların yıkandığı köyümün türküleri burada çok kirletilmekte ve oğlun bu çetrefilin içinde ezilmekte. Fakat sen müsterih ol anne, sil şimdi göz yaşlarını, daha fazla müsaade etmeyeceğim; ya öleceğim ya öleceğim anne…
    Bitmeyen sevgimle hasretle mübarek ellerinden öperim anne…