Düşer bir yangın daha başımdan aşağı ve yine tepeden tırnağa kül olurum bu bayram sabahı…
    Dilim gurbet olmuş, gözüm hasret ve kalbim vuslat…
    Düşünüp dururum öylece, kendimce… Ne sana ne başkasına pek bir faydam yoktur, zararımda…
    Kırık iskemlenin kenarına sıkıştırmışım çürümeye yüz tutmuş gövdemi, en ufacık hareketimde oramı buramı yırtan çivilere aldırış etmeden…
    Beter bir soğuk var bu sabah ve tabi ki bayram üşütüyor alabildiğine özlemlerimi.
    Poyraz sanki mübarek uğultular içinde yine davetsiz misafir olarak fakirhaneme geldi.
    Bir göz odamın kırık penceresinden sızan ışık, kurban bayramını müjdelese de ben Arif'in kalbinde sadece acı olarak tezahür etmekte…
    Ne adayacak, doğrusu alacak kurbanım var, ne birkaç yüz gram et alıp, bu bayram sabahı kavuracak param… Gerçi olsa ne olur ki, ben ezelden perhizim ete… Hem kim kokutacak ortalığı?...
Zaten halimde yok, kendimi zor taşıyorum, şimdi kalkacaksın yerinden, sabah iki bardak çay hadisesine, gözünün içine bitmesin diye baktığım tüpün hain kulağını çevireceksin, canı isterse yanacak, istemezse yanmayacak, eee tabi bizim et yine kokacak.
    En iyisi mi ne koksun, ne tüpün zalimliğine boyun eğeyim… Ben böyle sakin sakin bir susun içinde oturur dururum…
    Yani halimden şikayetçi değilim, siz rahat olunuz…
    “Bayram gelmiş dostlar,
    Sılam burnumda sızlar,
    Anam köyümde ağlar…
    Bizim Yozgat'ın havası
    Suyu, toprağı, buz bağlar
    Anam köyümde ağlar…”
    Ey!.. dostlar bayram gelmiş benim neyime, bencileyin fakir Arifim ben, arif olanın anlayacağı dilden ve o ilden gelen Arif…
    Söylerim size, tek bir odada, tekliğe vuran şu bayram sabahında, anam yok, babam yok ve dahası köyüm yok dostlar…
    Etim olsa ne yazar?.. Ocağım yansa…
    Neyse, kalbi delik bir adam ancak bu kadar söyler, netsin ebem kuşağından geçtim, köyümün sularından yundum arındım, içtim suyundan kandım diyemeyecek elbette…
    Ama her şeye rağmen bir canım var buralarda sallanan, dişimi etime geçirdiğim bir can…
    Dayanıyorum her türlü zorluğa ve acıya…
    Nice poyrazlar esti gitti buralardan, bu bayram sabahı da gidecektir.
    Gitmezse, en çok nem kalmış ki?.. Gitmezse gitmez, ha “giderim ama ille de senle” derse, külüme üfler en çok, külüme dostlar…
    “Ben yandım eller yanmasın” der ya türkü ve tam bamtelinden vurur ya adam olanı dostlar…
    İşte öyle bir an ve işte o yaşanmışlıktan arta kalan binlerce Arif'ten bir tanesinin, bir anlık kesiti… Paylaştım bu bayram sabahı siz aziz kardeşlerimle.
    Dilerim arif olanlardansınızdır…
Sevgi Emektir
     Gün doğar kızım ipek saçların üstüne, karanlık bulutlar gözlerime ve yağmur olur yağarım İstanbul'a. Sonra güneş serilir Ankara'ya ve ben kim bilir nerelerdeyim?
    Yalnızlık türküm olmuş, sorularım şiir, bekleyişlerim destan, ömrüm roman olmuş. Gün gelmiş güzel kızım İlayda'm doğmuş ve bir pastanın en kremalı yerine iki mum yakmış sonra gelin olup gidişine dalmış, sel olup akmış ağlamışım. Özümden ve gözümden sakınırken can özümü, hasret kalmışım gözlerine.
    “Sevgi neydi? Sevgi emekti… Seni asla affetmeyeceğim. Neyi ne şekilde, kimlerle yaşamak istiyorsan yaşa. Bitti! BİTTİ!”
    Bu veciz acı dolu tümceni çerçevelettirip astım başköşeme. Her sabah, her gece okuyup kendimce bir yol bulmaya çalışıyorum ama her defasında yolumu şaşırıyorum. Gündüz hayalim, geceler rüyam oluyorsun. Bazen şarkı, bazen türküsün dilimde.
İçindedir sevgi, insanın tek dileği, ateşten gömlek misali sevgi, sevgi, sevgi…
    Demiştim yıllar önce “Adı Yalnızlık” isimli şiirimin son kıtasında ve şimdi bir kez daha yineliyorum. Ekmeği kalemi olmuş adamların çıktığı yolda başlayan sevgi çıkmazları için, bir bayramlık, birde idamlık gömlekleri olmalı. Çünkü sevgi böyle acınası, acımasız bir duygudur. Ölmek de bir, ölmemekte…
    Evlat atayı hangi hallerde affetmez? Ya da affedilmeyecek neler yapmış olmalı? Sevginin “bitti!” çıkmazı neresi? “Bitti!” Deyip kestirebiliyorsa insan, bu kadar net bir sözcüğü sesletmek, yazmak, duyumsatmak için acaba karşısındaki ne yapmış olmalı? Beyaza siyah mı demiş? Geceye gündüz mü? Yoksa hiç sevmemiş mi olmalı?
Sözlerine savunma hazırlamak ağır geliyor ihtiyar kalbime. Kevgire dönmüş gövdemin her yeri ışık sızdırmakta. O kadar çok örselendim ki, ne yanımı çevirsen, diğer yanımı görmen mümkün.
    Meram akşamlarında yaşanan gizli aşklar geliyor aklıma. Biliyor musun? İlk aldanışım oraya tekabül ediyor ve ikincisi de. Şimdi bekar evlerinin boynu bükük sofralarında, ısınmakla donmak arasında ki anlarda kalbim. Ve yine meram akşamlarının yalnızlığı yakmakta içimi.
    Haklılıkta değil gönlüm, ya da haksızlıkta. Ben bir babayım sende benim küçük kızımsın. Elbette yaslanacak, elbette hicranını akıtacaksın kalbime.
    Fakat bu sağanak halindeki yağışların ne zaman dinecek küçüğüm ve ne zaman huzuru bulacak ruhun. Sonra benim vicdan çarkında ki hatıralarımın prangaları ne zaman kurtulacak ezilmekten.
    Biliyor musun? Daha dünyaya gözlerini açmamış bir yavrunun istenmeyişi malum olurmuş mini minnacık yüreğine.
    Hissedermiş, üzülürmüş. Sen benim tanıdığım Su Perim asla istemezsin savunmasız bir yüreğin üzülmesini, hayata daha ilk adımda küsmesini. Çünkü sen benim kızım, çünkü sen benim öz suyumsun, çünkü sen bensin güzel kızım.
    Haram tutmayan avuçlarının içinden öpüyorum. Ve seni çok seviyorum.