İslam’a göre dünya hayatı sınırlı, geçici bir hayattır yani misafirhanedir dünya. Dünya hayatını ebedi bilen, faziletlerle rezaletleri birbirine karıştıran aldanır. Dünya hayatını ebedi bilmek, zevksiz yaşamaya neden olur, dünyadan tok gitme sevdası peşinde koşturur. Hayat nimetini yerinde kullandırmaz. Böyle bir hayat da pişmanlık vesilesi olacaktır.

                İslam anlayışına göre hayat bir imtihandır. Ahiretin tarlasıdır. İslam’da hayat kutsaldır. Her anının hesabı verilecektir. Ölümle burun buruna yaşarken bir nefes daha fazla alabilmek için çırpınmak ne kadar anlamsızdır.

                Ömür, en iyi sermayedir, iyi değerlendirilmelidir. İnsanın ne kadar yaşadığı değil, insanın ne yaptığı önemlidir. Hayat yeme içme, eğlenme ve mal bırakmaktan ibaret değildir.

               Cenab-ı Allah kutsi hadiste: “Kim geçici nimeti, kısa hayatı, devamsız zevki seçerse, kendine zulmetmiş olur, Rabbine isyan etmiş olur, ahireti unutup dünyaya dalmış olur” der.           

               Ayrıca dünya hayatı, başıboş bir hayat gibi görünüyorsa da, baştan sona sorumluluklarla dolu bir hayattır. Böyle bir hayatın içinde insan, bir nefes fazla alabilmek, daha çok mal toplayabilmek ve dünyadan daha çok zevk alabilmek için çırpınıp duruyor. Hayatı iyi yönü ile dolu dolu yaşamak, her anını değerlendirmek varken, bu fırsatı değerlendiremiyoruz. Onun için ağlaya ağlaya geldiğimiz bu dünyadan ağlaya ağlaya gidiyoruz. Aslında hayat nimetinin kıymetini bilebilsek, o zaman ağlata ağlata ayrılmamız lazım.

                  Dünya hayatı Kur’an’ın ifadesiyle oyun ve eğlenceden ibarettir. Ahiretin de tarlasıdır. Dünya kurulalı beri sayısız insan bu hayatı yaşamış, hepsi de her adım atışı, her nefes alışı ile ölüme koşmuştur. Hiçbiri isteyerek, istediği zaman bu hayattan ayrılmamıştır. Ne var ki, bazısı hayatı gerçek yönü ile yaşamış, kazanmış, bazısı da sapıkların hayatını kopya edip anlamsız işlerle sona varmış ve dünya hayatı kendisine pişmanlık vesilesi olmuştur.

              Dünya geçicidir. Dünyanın zevki de malı da geçicidir. Makamlar da, şan şöhret de geçicidir. Daha önce de nice insanlar dünyaya sarıldı. Dünyayı mesken edindi ve bırakıp gittiler. Giderken de hiçbir şey götüremediler. Geride Kur’an’ın ifadesiyle: “Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler bırakmıştır. (Duhan: 25-27)

             İslam, insanı Allah’tan alıkoyan, kulluğuna engel olan, insanı azdırıp sapıtan, gururuna, cimriliğine sebep olan, kulun cehenneme gidip, azap görmesine neden olacak olan dünya ve dünyalığı reddeder. İslam, mal ve maddeye esareti değil, ona hakim olmayı emreder. Hakim olunmayan dünyalık insanı sapıtır, insanda insani, ahlaki bir değer bırakmaz. Unutmayalım ki, dünyayı arkamıza almadan Allah’a ulaşamayız.

             Karşılık göremesek de iyilik yapmaya devam edelim. Takvalı bir hayattan asla uzaklaşmayalım. Unutmayalım ki bu dünya, iyiliğin karşılığını görmekten çok, iyilik yapmanın yeridir.

              Müslüman’ın hayatındaki dayanışmanın temelinde iyilik ve takva olmalıdır. Günah ve düşmanlık ise asla kendileri için dayanışma gösterilecek hasletler olamaz. Hatta bunun tam aksine, günahlardan ve düşmanlıklardan topluca korunmak ve kaçınmak için dayanışma içinde olunmalıdır. !

             

               Kur’ân-ı Kerîm’in hayatımıza etki edebilmesinin yolu da iyilik ve takva üzerine kurulu bir hayattır. İşte, takvalı bir hayat sürer, bu hayatı Allah’tan sakınarak geçirirsek Kur’an’ın hidayetini ancak o zaman idrak edebiliriz. Hidayetimizin kaynağının Kur’an olabilmesinin şartı, takvalı olmaktır. Takvamız derinleştikçe Kur’an’ı daha iyi anlarız; Kur’an da yolumuzu aydınlatan nurumuz olur.