Gözün seni terk eder de
Âmâ gibi döner durursun
Ah yıldızlar ah
Kiminiz sarı
Kiminiz mavi
Toplasam hepinizi
Koysam bir sepete
Güneşi düşürsem peşime
Saklasam bir yerlere
Dinime imanıma
Hiç kimse bulamaz

Dememişler boşuna
Yiğidin harman olduğu yer

Bozok diyarı
Ver gayrı şu yâri
Yay kaşlı
Kara gözlü
Elma yanaklı
Kiraz dudaklı
İnce belli
Mazı bacaklı
Unuttum sırma saçlı demeyi
Daha yazacaktım ama Karacaoğlan çıkar gelir mezarından, Dadaloğlu uzak diyardan. Hele gardaş vazgeçtim istemekten! Varsın kalsın belleğimde. Sazımda tel, dilimde söz olarak kalmasına da razıyım. İşte benim kanatlarımda, gönlümde gezer tüm Bozok Yaylası. Demem yâr değildir.
Demem, allı turnası, karayeli, seheri, poyrazı, cılgaları, toprağı, taşı, dağı, tepesi, kınalı kekliği; tekmili birdendir.
Güneş ayı kovup, huzmelerini vurana dek yer cümle yaştır. Tomur tomurdur yeşilliklerin, taşların üstü. Işıldak gibi parlar.
Bozok Yaylası’nda, şafak nazlı söker. Nazı, Türkiye’nin ortasına inmesinden mi nedir, ucunu gösterir geri çeker. Kağnı iniltisi yayılır yaylada. Mazılar da öyle ses çıkarır ki, sanırsın tüm Anadolu’nun derdi onun sırtındadır. Üstündeki sapı bırakır da koyun kuzu meleşerek peşine düşer sapların, samanın. Tüm mahlûkat ortaya çıkar. Yılkı atları ürkek bakışlı yeleleri salkım saçak kişneyerek sağa sola seyirtirler. Ah, o kuzuların meleşmesi yok mu, saza söz, ahraza dil olur da analarının peşlerinde koşar dururlar. Bizim Saygı (Saygı Öztürk), kuzulardan birisini kucağına almaya görsün; öper, koklar, elinde tarak olsa taraklar, süsler geçer. Makinenin karşısına geçip fotoğrafını çektirir. Geçmişteki anılarına gidip birini bırakıp birini alır kuzuların. Koyun sürüleri, ağıllar, yaylalar, kar at, Perşembe pazarları, Sarıkaya, Sorgun, Peyik… hey ki hey!
Omaç, çökelek, eşkili, yufka ekmek, çalkama, ateşin sonuna saklanmış közlenmiş kümpür, patlıcan, firik… O günleri bulur muyuz acep? Kaya dibine yaslanıp da “Ağ Gelin” türküsünü tuttursak Ağ Gelin duyar m’ola? Gittik eskiye beri gel beri! Zamanı harmanlasak da tutsak Dadaloğlu’nun sazını, aha ne dermiş dinlesek:
Şaştım hey Allah’ım ben de pek şaştım
Devrettim Akdağ’ı Bozok’a düştüm
Yozgat’ın üstüne bir ateş saçtım
Yanar oylum oylum duman görünür

Duman ne kelime, anızlar alev alev duman, alevin gözyaşıdır, ağıtıdır.
Yörede tembellik almış başını gitmiş de anız yakar olmuşlar. Dur durak bilmez bir hâl almışlar. Zürriyetini, geleceğini kavurup yok ediyor duyarsızlaşmışlar! Yanan toprak içindeki canlılar mahşer günü yapışacak o habersizlerin sırtlarına… Yazık değil mi? Bozok Yaylasını ise kestirmek! Ne de güzel ışıklar, yıldızlar şıkırdar. Mehtap her daim sevgili gibi seyre dalar. O seyri dumanla kaplamak akıl kârı mıdır? Bozok Yaylasını üzmek Karacaoğlan’ı, Dadaloğlu’nu inkâr eylemekle birebirdir. Ayrık otuyla, çakır dikenleriyle, mor sümbüllü bağlarıyla ve kokusu dört bir yanı saran iğdeleriyle, dağıyla, tepesiyle, şırıl şırıl akan lüleli pınarlarıyla, öz kenarındaki eşmeleriyle, üzüm salkımı misali ağan bulutlarıyla, yediveren güllerinin yansımalarıyla, gök kuşağı ile türküleriyle… Hele bak ne diyeceğim: Bizde türküler yürekten söylenir. Kardeşim Vali Refik Aslan’ın dediği gibi “Mendil yerine çarşaf olsan, gözyaşını silemezsin.” Dinlediysen Sürmeli’yi, Ziya’nın Ağıtı’nı… Âşıklar da hele bir döktürmeye görsünler:
Ah çekerim duyuramam sesimi
Ağlayı ağlayı dövdüm dizimi
Hasretlik kül eyledi yüreğimi
Suyundan alın da gelin turnalar

Âşık Salim’im ben bitti dermanım
Yüce Allah’adır bütün feryadım
Ahret âlemine gönder selamım
Mezarım üstünden uçun turnalar
Turnalara yön tayin etmek seher yeline düşerse de anamız Suna Sultan’ın mezarının üstünden bölük bölük türküler çığıraraktan geçtikleri hep olur. Eh, ne deyim, Suna Ana’mıza da yakışır ki, ne yakışır! Doğurduğu evlatlarından ikisi vali. Üstelik o valilerden biri (Fahri Öztürk) efsane müsteşar olmuş, ünü almış yürümüş. Refik Aslan ise âmirine, memuruna örnek teşkil etmiş. Fevzi Öztürk de şimdilerde hatırı sayılır bir emlakçı (Başak Emlak). Saygı Gürbüz’e gelince, şöhreti bulutları delmiş de ay ile kucaklaşmış. Adı gibi saygılı bir kalem, oldukça güvenilir bir isim olmuş günümüzde. Kısaca tasvir etmek gerekirse; anası bir gazeteci doğurmuş. Haydi yolun açık, sözün dinlenir ola!

Yusuf Ağa Konağı’nın adı olmuş Fevzi Ağa Konağı. Aha bu yakıştırmayı da tüm kardeşler beraber yaptık. Fevzi’ye de ağalık yakışır mı? Yakışır ne diyelim. Ağaların ağasının oğlu olmak ayrıcalığı da varsın olsun…

Gurbette olanların özlemini dile getireyim dedim karınca kararınca. Hatırlatayım dedim çoban kavalını;
İnim inim inlemesini
Dört kulakla dinlemesini
Diyar diyar gezdirmesini
Arada bir nefeslenip
Bülbülün sesini…