Seheryeli toprağı, ağaçları hatta taşları bir anda sevgisiyle okşuyor.  Çomak ve Sivri Dağlar, tepeleri ayla yıldızlarla oynaş içinde. Çakır dikenleri, ayrık otları dâhil olmuşlar bu oynaşa. Bozok Yaylası da yayla ha! Bir eli Uzun Yayla’ya, diğer eli Yediçınar Yaylası’na uzanır. Kucağında Delice, Çekerek Irmakları yatar. Kızılırmak’ın böğrünün az ötesinde akar gider. Akdağlar tarafından gelen karayel, bulutları sürerekten, yaylanın tam ortasına kadar kovalar. Ağ bulutlar salkım saçak ağar da ağarlar. Tepelerle kucaklaşırlar. Yağmur, sicim gibi iner. Karı ise çoğu zaman tipiye döner. Kışının da yazının da ne dostluğu ne de düşmanlığı bellidir. Açıkçası hiç güven olmaz. Aklı erenler de , “Gara İklimdir.” der, işin içerisinden çıkarlar.
Yaz gelince ayranını, suyunu yanında ister sitille. İstersen de güğümle taşı. Terini silmek için de havlu büyüklüğünde mendil gezdir. Güneş, insana öyle yakınlaşır ki; tut ki, dost, tut ki ezeli bir arkadaş! Adamın sırtına işler sıcağı. Hep dersin ki, bir söğüt altı bulsam da gölgelensem. Ağaçlar ise sadece dere boyunda vardır. Bu durumlarda kaya gölgesi bile işe yarar. Kimi yerde kayalar serttir. Toprağı ise ondan geri kalmaz. Anadolu’yu fethe gelenler, her ne hikmetse, “Gövde üzerinde baş, taş üstünde taş kalmayacak.” derlermiş. Ondan dolayı olacak ki, küs topraklara ve kayalara rastlamak mümkün olur. Bazı kayalar kınalıdır, toprağı da beyaz. Eskiler, “Bu toprak küsmüş!” hükmünü verirler.
Çoğu keklik sürüsünün kınalarını bu topraktan aldığı söylenir. Hele bir âşık bu yöreden geçer de eğer sazı da yanındaysa dağlara tepelere türkü ekip gider.

Duman çökmüş yüce dağın başına
Gurban olayım yâr gözün yaşına
Vurgun oldum toprağına taşına
Yüreğimde küllendi hasretliğin (oy)
(S.T.)
Eh, hasretlik bu kadar yaman olduğuna göre, bizler de sebeplenelim istedik. Arabanın burnu Mamak’a dayanınca gideceği yer bellidir: Yozgat. Bu yol, hasretini çekenleredir.
Delice Köprüsü’nü geçince, Bozok Yaylası’nın toprağı kucak açar. Bölük bölük turnalar süzüle süzüle “hoş geldin” karşılaması yaparlar. Ardından ibibikler öyle inerler ki aşağıya, sanırsın el öpmeye geldiler. Ne diyelim: El öpenleri çok olsun! He de gardaş, bizim yol da az değil, Sorgun üzerinden ver elini Akbucak. Bir an evvel köye ulaşalım da hasretlik giderelim.
Âbucak, Akbucak… her ikisi de asalete merhaba çekiyorlar. İster Âbucak de istemezsen Akbucak… Yarım tepe üzerine bağdaş kurup oturmuş. Bozok Yaylası’nın kırının bir parçası oluvermiş. Cılga yollarında tırıs giden Şah İsmail’in ne dorusu, ne de Yusuf Ağa’nın kıratının izleri kalmış. Sadece “ah geçmiş” deyip anılarda hatırat uykusuna yatmış…
Aha bu Akbucak var ya, kardeşlere beşik olmuş sallamış, höllük olup sıcak sıcak uyutmuş, aş verip büyütmüş, okutmuş, her birini adam gibi adam eylemiş ve Koca Türkiye’de adları sanları bilinir olmuş.
Çok eskiden cıvıltısı cızlaşan gençler gitmiş, yaşları sekseni doksanı bulan bastona dayalı yaşayan ihtiyarlar artık ne ibibik sesi ne de turna sesi duyamaz olmuşlar. Çomak Dağı’ndan gelen kara yel, yaşlıların romatizmalarını azdırır olmuş. Sivri Tepe’nin doruğunda azık açıp çiğdem söken eller bastona kalmış. Ee, ihtiyarlık kapıya konacak şey değil ama kurtuluş da yok!
Akbucak köyü sadece ata eli öpmeye, sılayı rahim yapmaya gelenlerle bayramdan bayrama şenlenir olmuş.
Fevzi Öztürk, senede iki üç defa uğrar, babası Yusuf Ağa’nın konağını yoklar, ocağını tüttürür. Ne deyim: Allah ömrünü uzun etsin. Fahri Öztürk ağabeyim, Refik Öztürk, Güler ablam, Saygı Öztürk kardeşim ve ben senede bir gördümlük olduğumuzdan ne seher yelinin estiğinden ne de poyrazın döşümüzü deldiğinden farksız oluruz.

Yüksek kayalardan havalanan kartallar süzüle süzüle tepe yamaçlarına zağlarlar. Kartalları gören kuşlar sağa sola kaçışırlar, ortalığı kuş sesleri kaplar. Alacakaranlık yere inince köpek havlamaları her yana yayılır. Hani derler ya; “Korkak köpek karanlığa havlar.” diye, aynen öyle olur. Hanenin en yaşlısı bağırır; “Ula şu eşek depesiceyi susdurun hele!” ya da çoğu haneden “hoşt hoşt” bağrışmaları duyulurmuş. Şimdilerde ise Akbucak köyü geçmişin o seslerine ne ses verir ne de kulak. Göç olayı o sesli yolları kapatmış; geçim derdi, okuma, çalışma amaçları yorganları vurdurmuş sırtlara; çıkış, o çıkış!

Zaman dediğin de ne ola ki? Geldiği gibi gittiği de bir oluyor. Derler ya bir varmış bir yokmuş diye, kardeşler 24 saatlik bir zaman tünelinde önceyle sonrayı uzun uzun konuştular. Kimimiz 45, kimimiz 70 yaşını geçmiş, yani ortalamamız 50-55 yaş. Kaç bahar, kaç yaz, kaç zemheri görmüşüz. Hesabı uzun ve karışık!
Gece sabaha devrildiğinde ayrılık vakti gelir, çatar. Bir sonraki yılda buluşmak üzere neşemiz, özlemimiz geride kalır. Hatıralara bir yaprak ilave ederek ver eline Ankara, hoşça kal Bozok Yaylası! Akbucak köyü, ne olur gelecek yıl da bize kucak aç!

Şafak söktüğünde
Tutturursan bir türkü 
Poyraz çarpar
Seher yeli dinleyici olur
İbibikler eşlik eder
Turnalar kanat çırpar

Uykudadır karıncalar
Bir uyanışı vardır ki çiçeklerin
Toprağı sevgili gibi okşarlar

Gökyüzünde değil de ay
Başa düşecek kadar yakın olur yere
Hele gardaş
Bir başkadır Bozok Yaylası’nda şafak sökmesi
Yazın ortasında bile
Çiğ düşer
Üşütür şafağı